Yenileniyor
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyon
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkari
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • İstanbul
  • İzmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • K.Maraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce

Dünya Müslüman Alimleri Birliği Başkan Yardımcısı Şeyh Abdullah bin Beyye’nin Tekfir İle İlgili Fetvası

kategorisinde, 28 Eyl 2014 - 12:26 tarihinde yayınlandı
Dünya Müslüman Alimleri Birliği Başkan Yardımcısı Şeyh Abdullah bin Beyye’nin Tekfir İle İlgili Fetvası

Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla

Allah’a hamdolsun ve Efendimiz Muhammed ve O’nun âline ve ashabına salat ve selam olsun. Sorularınıza gelince; yönelttiğiniz üç soru aşağıdadır.

1- Hakiki İslam’ın yedi mezhep için söylendiği meselesi.

2- Bu mezhep mensuplarının ve aynı şekilde Eş’ari, gerçek tarikat mensubu sufilerin ve gerçek Selefilerin tekfir edilmeleri caiz midir?

Söze başlamadan önce bu hakir kula itimadınızdan ötürü teşekkür eder ve Allah Teâlâ’dan bu hakir kul hakkında beslediğiniz hüsnü zanna layık olmayı talep ederim. Allah Teâlâ’nın yardım etmesi ümidiyle sözlerime başlıyorum.

Tekfir fitnesi, İslam ümmetine telafi edilemeyecek zararlar vermiştir. Bu fitne körlükten kaynaklanır ve çok feci neticelerle sonuçlanır. Bu sebeple bu fitnenin söndürülmesi için hoşgörü kültürü üzerinde yoğunlaşmanın, ihtilafları kabul etmenin, birlik ve beraberliği benimsemenin dışında bir çözümü yoktur. Bu hedefe ulaşmak için genç kuşağın anlama kapasitesini yükseltmemiz, herkesin İslam’ın geniş çatısı altında Allah’a ve Peygamber (s.a.s)’e iman edip bu çatı altında yer almalarını sağlamak için kendilerine yeni ufuklar açmamız gerekir.

İslam ve Müslümanlık ünvanı bu mezheplerin tamamı için kullanılır. İmam Sebeki bu konuda şöyle demektedir: “La ilahe illallah Muhammeden Resulullah” dediği sürece bir kimsenin tekfir edilmesi zordur. Nitekim Allah Teâlâ konuyla alakalı şöyle buyurmaktadır:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِذَا ضَرَبْتُمْ فِي سَبِيلِ اللّهِ فَتَبَيَّنُواْ وَلاَ تَقُولُواْ لِمَنْ أَلْقَى إِلَيْكُمُ السَّلاَمَ لَسْتَ مُؤْمِنًا تَبْتَغُونَ عَرَضَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا

“Ey iman edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayıp dinleyin. Size selam verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek “Sen mümin değilsin” demeyin.” [1]

Sahih hadislerde de başkalarına küfür nispetinde bulunmak yasaklanmış ve küfür nispetinde bulunan kimselerin azap görecekleri ifade edilmiştir. Buhari’den rivayet edilen bir hadiste şöyle buyrulmuştur: “Mümine küfür nispetinde bulunan herkes onu öldürmüş gibidir.” [2]

Başka bir hadiste de şöyle buyrulmaktadır: “Kim kardeşine ‘ey kâfir’ derse onlardan birisi kâfir olur.” [3]

Bu anlamı ifade eden hadisler pek çoktur. Bunun sebebi ise küfür nispetinde bulunmanın doğuracağı sonuçlarıdır ki bunlardan bazıları şunlardır: Kan ve malın mübah olması, evli çiftler arasında nikâhın ortadan kalkması, mirastan mahrum kalma, kâfire cenaze namazının kılınmaması, Müslümanların kabrine defnedilmemesi… diğer kötü sonuçlarıdır ki bunların tamamından Allah’a sığınırız.

Âlimler tekfir meselesinde ihtilafa düşmüşlerdir. Ancak Müslümanlardan bir grup gerek haklı gerekse haksız yere diğer bir grubu tekfir iftirasında bulunmaktadır. Tüm bunların yanında ilahi azap vaadinde bulunan pek çok rivayet vardır. Âlimlerin çoğu Müslümanları şiddetle bundan sakındırmışlardır. İmam Sebeki şöyle demektedir: “İnsan ‘La ilahe illallah Muhammeden Resulullah’ kelimesine inandığı sürece tekfir edilemez.”

Üstat Ebu İshak İsferayani şöyle demektedir: “Birisi beni tekfir etmedikçe ben de onu tekfir etmem.”

İmam Ebu Hamit Gazali küfür nispetinde bulunmayı Müslüman grupların tamamına yasaklamış ve şöyle demiştir: “Bu kimseler hakkında hükmetmek içtihat işidir. Ancak mümkün olduğu ölçüde Müslüman’ın tekfir edilmesinden sakınılmalıdır. Zira kıbleye yönelip namaz kılan ve açıkça tevhide inandığını söyleyen kimsenin kan ve malının mübah sayılması son derece yanlıştır. Bir kafire hayat bahşetmek, yanlış yere dökülen bir damla Müslüman kanından daha kolaydır.”

Müslümanların birbirlerine küfür nispetinden bulunmalarına sıkça rastlanır. Bazı Eş’ariler İlahi Ruiyete inanmadıkları için Resulü Ekrem (s.a.s)’i yalanladıkları zannıyla yada Allah’ın ilim, kudret ve diğer bazı subuti sıfatlarını nefyetmelerinden veya Kur’an’ın yaratılmış olmasına inanmalarından dolayı Mutezilileri tekfir etmişlerdir. Mutezililer de sıfatlardaki tevhit inancını taşımadıkları için Peygamber (s.a.s)’i tekzip ettikleri zannıyla Eş’arileri tekfir etmişlerdir. (Zira Mutezililer sıfatların zattan ayrı olmasının çok sayıda kadimi gerektirdiğini söylemektedirler.)

Gazali şöyle demektedir: “Onların tekfirde ileri gitmelerinin sebebi, tekzip ve tasdikin manasını anlamamalarıdır. Zira kanun koyucunun sözlerinden birini yaratıcının eksikliğiyle sonuçlanmaması için akli mertebelerin bir mertebesine yükleyen bir kimse gerçekte kanun koyucuyu tekzip etmez, onun sözüne itaat eder. İnsanın dini ölçülerin tamamını bir kenara koyup, şeraitte belirtilen her şeyin anlamsız olduğu sanması “tekzib”dir. İşte salt kizb (yalan) ve küfrün anlamı budur. Bundan dolayı dini nassları tevil edip yanlış çıkarımda bulunan bidat ehli kimseler tevil kaidelerine bağlı kaldıkları sürece kâfir olmazlar. Zira bidat ehli kimseler salt bir nassın zahirine aklen bağlı kalınmanın imkansız olduğu neticesine burhan ve delil ile ulaşmıştır.” [4]

Cabir’in rivayet ettiği bir hadiste Resulü Ekrem (s.a.s) veda haccında halkı sessizliğe davet ederek şöyle buyurdu: “Benden sonra birbirinizi kılıçtan geçirerek kâfirler zümresinden olmayın.”

İbni Ömer’den gelen başka bir rivayette ise Efendimiz şöyle buyurdu: “Eyvahlar olsun size! Benden sonra bazınız diğer bazılarınızın boynunu vuracak ve kâfirler zümresinden olacaktır.”

Bu hadisin yorumu hususunda âlimler ihtilaf etmişler. Hattabi bu hadisin açıklanmasında şöyle demektedir: “Peygamber Efendimiz (s.a.s) Müslümanların birbirleriyle savaşmalarının helal olmasını sağlayacak tekfirden Müslümanları sakındırmıştır.”

Şevkani şöyle demektedir: “Küfür karşısında hoşgörülü, emin ve dingin olmalı ve bazen şer olarak ortaya çıkan itikada itina edilmemelidir. Eğer bu tür söylemlerde bulunan kimselerin dedikleri şeylerin İslam’la çeliştiğini bilmiyorsa ihtiyat edilmelidir. İslam’ın dışına çıkıp küfür kastı taşımayan her fiil muteber değildir. Aynı şekilde küfre delalet eden ama söyleyenin kimsenin söylediklerinin küfre delalet ettiğini bilmeyen kimselerin sözüne de itibar edilmez.”

Ebu Hamit Gazali şöyle demektedir: “Açıkça Allah’tan başka ilah yoktur ve Muhammed onun resulüdür diyen ve kıbleye yönelerek namaz kılan kimselerin kanı ve malı mübah değildir. Bir kâfiri özgürlüğüne kavuşturmak ya da onlara hayat bahşetmek, bir Müslüman’ın bir damla kanını dökmekten daha kolaydır. Resulü Ekrem (s.a.s) şöyle buyurmuştur: ‘İnsanlarla ‘La ilahe illallah Muhammeden Resulullah’ diyene kadar savaşmakla emrolundum. Bu cümleyi söylerlerse hak ettikleri konular hariç, benim yanımda kan ve malları güvence altındadır.’”

Müçtehidin tekfir görüşünü bildirdiği bu fırkalar, aşırı ve mutedil olmak üzere iki kısımdır. Bazen çeşitli konularda müçtehidin sui zannı bazı fırkalara nispetle daha çoktur. Bu meselelerin uzaması daha ziyade fitne ve kinle sonuçlanacaktır. Tekfir sahasına ayak basanların çoğu tutuculuğun etkisiyle Resulü Ekrem (s.a.s)’i yalanlayanları tekfir eden kimselerdir. Ancak bu fırkaların hiç biri Resulü Ekrem (s.a.s)’i yalanlamazlar. Bize göre tevilde hata yapmanın küfrü gerektirdiği ispatlanmamıştır. Bu görüşün delile ihtiyacı vardır. Hâlbuki “La ilahe illallah” diyen kimselerin korunmuşlukları kesindir ve bunun kesin delillerin dışında nefyedilmesi mümkün değildir. Bu yüzden şunun bilinmesi gerekir; tekfirde aşırılık delil ve burhana dayanmaz. Zira burhan ya asıl ve temeldir ya da asla dayanan kıyastır. Asıl ise açıkça tekzip edilmedir ve tekzip etmeyen kimse hiçbir şekilde tekzip edilemez. Buna binaen şahadet kelimesini söyleyen kimse genel korunmuşluk altındadır. [5]

Ben zikredilen konulara binaen birinci ve ikinci sorunuzda söz konusu ettiğiniz grupların Müslüman olduğuna ve kanlarının dökülmesinin haram olduğuna inanıyorum. Bazı kaynak kitaplarda bu gruplar hakkında yer alan ve İslam inancıyla çelişen görüşler söz konusu kitapların yazarlarına mahsustur. Zira yukarıdaki beyanımıza binaen mürteddin hükmü şahsi olup yaş ve kurunun birlikte yanmasından kaçınılması gereken bir hükümdür. Allah bizleri fitnelerden kurtarsın. Biz hiçbir taifeyi gerek genel ve gerek mutlak anlamda tekfir etmiyoruz.

Dünya Âlimler Birliği Başkan Yardımcısı

Abdullah bin Beyye

Saygılarımla

Kaynak: Uluslararası İslami Mezhepleri Yakınlaştırma Kurulu

Dipnotlar:

[1] Nisa, 94

[2] Feth’ul-Bari c. 8, s. 32

[3] El-Bari c. 8, s. 32 ve Müslim, c. 1, s. 79; üzerinde ittifak edilen bir hadistir.

[4] Zerşki, el-Mensur, c. 2, s. 87 ve 88

[5] Gazali, el-İktisat fi’l-İtikat, s. 157

Haber Editörü : Tüm Yazıları