İnsan fıtratındaki eğilimlerden biri, zevk almak, mutlu olmak ve rahata düşkünlüktür.
Fakat söz konusu zevk duygularında aşırıya kaçılırsa, sırf zevke ulaşmak için bazı ahlaki, dinsel ve sosyal kırmızıçizgilerin aşılabileceği, dolayısı ile maneviyatın göz ardı edilebileceği, bunun ise insanın bizzat kendisine ve toplumuna zarar vereceği gözlenmiştir. Maalesef bu olayın bir çok örneği, insanlık tarihinde yaşanmıştır; öyle ki bazı dönemlerde insandaki zevk düşkünlüğü aşırıya kıçınca, “zevk asaleti” adlı felsefi ekoller gündeme geldi.
Hali hazırda batıda aşırı derecede zevk düşkünlüğü bir kültüre dönüşmüşken, övülmektedir. Toplumun temel ilkesi olan aile saygınlığı ise batıda yok olmuşken, sıcak aile ocağı ise tamamen sarsılmakta. Bu kontrol dışı zevk düşkünlüğü ise batılı gençlerin alkol ve uyuşturucu madde tüketmeye ve cinsel zevklere düşkün olmalarına sebep olmakta. Bir zamanlar batıda en kötü davranış sayılan eşcinsellik ve gayrı meşru ilişkiler ise günümüzde çok sıradan ve hatta bazen seçilen bir davranışa dönüşmüş ve bu bağlamda yoğun propagandalar yapılmaktadır. Fakat batıda ve özellikle de Amerika’da kadınların, toplumdaki bu başıboşluk ve zevk düşkünlüğünün kurbanı olduklarını açıkça söyleyebiliriz. Kültür değişikliği, aslında inançlar, davranışlar, ahlaklar, alışkanlıklar, sanatlar ve kuralların değişmesi anlamındadır.
Miladi 15. asırda Rönesans’ın başlaması ile birlikte yeni düşünce akımları ve ekoller oluştu, öyle ki insanların düşünce ve inançlarını büyük ölçüde etkiledi. İşte batıda kültürel değişim o tarihten itibaren başladı. Rönesans döneminde hümanizm daha çok önem kazanırken, kilise hakimiyeti ve onların sıkı dini düşünceleri ise inzivaya itildi. Rönesans döneminin en seçkin ve tanınmış bilim adamı Galileo ise doğaya olan yeni bakış açısı ile kilisenin temellerini sarstı. Galileo, “doğanın gerçekleri her zaman bizim gözlerimizin önündedir. Bu gerçek sadece İsrailoğullarının peygamberi veya Hz. İsa’ya vahiy olan şey değildir. Doğanın gerçeği her zaman bizim gözlerimizin önündedir. Fakat bu gerçeği anlamak için matematik dilini bilmek gerekir. Bu gerçeğin dili, geometri şekilleri yani daire, elips, üçgen ve benzeridir, ki kutsal kitapta matematik ve geometriden söz edilmemiştir” diyordu. Galileo gerçeği, maddiyatla sınırlandırırken, kutsal kitabın şanını azaltıp, insanın seviyesini diğer canlıların seviyesine kadar alçalttı. Ünlü Polonyalı astronomi uzmanı Nikola Kopernik (Nicolaus Copernicus) yer kürenin merkeziyeti tezini reddederek, güneşin merkez olduğunu, ve insanın da diğer yaratıklar gibi sonsuz varlık alemindeki bir varlık olduğunu söyledi. Bu teori sayesinde artık yer küresi dünya merkezi ve insan da eşrefi mahlukat değildi. 3. düşünce inkılabını ise Fransız matematikçi ve filozof Rene Dekart (René Descartes) gerçekleştirdi. Dekart, insan aklını, kutsal kitap, Papa ve kilise geleneklerinin yerine yerleştirdi. O inanç konularında bazı şüpheler oluşturarak insanların imanını sarstı. Onun şüpheleri ise, Hıristiyanlık ve kutsal kitabın bazıları tarafından hurafe olarak algılanmasına sebep oldu. Tabi ki İncil ve Tevrat’taki tahrifler de böyle şüphelerin oluşmasında katkısı oldu. Dekart ayrıca Allah’a şüphe düşüncesini de zihinlerde oluşturarak, Allah’a iman ve aşka ölümcül bir darbe indirdi. Böylece hümanizm çağı tüm Avrupa ve batı dünyasını kapsadı. Ardından hümanizm mektebi ortaya çıkarak, insanların düşünce ve bakış açısını önemli oranda etkiledi ve batıdaki kültür değişikliğin daha da artmasına sebep oldu.
Hümanizm, insanın doğal ve hayvanlar düzeyinde bir varlık olduğunu belirtiyor. İnsana asalet verilerek, ahlaki değerler, insani yüce faziletler, manevi kemalat ve ebedi saadet değersizleştirildi. Hümanizm düşüncesi sadece insanların zevkleri, istekleri ve dünyevi bencilliğine dikkat ediyor; böyle bir ortamda artık Allah korkusu, Allah’a olan aşk, O’nun rızasına uygun hareket etmek, ibadet etmek ve baki dünyayı düşünmeye yer kalmıyor. Aslında hümanizm kurucuları, insandan sadece onun hayvansal yönlerini dikkate alarak bununla yetinmiş, insanın yüce istekleri ve melekuti ruhuna gözünü kapatmış ve saadetini maddi zevkler ve değersiz içgüdülerinde görmüştür. Hal o ki insan, adalet yanlılığı, zulme karşı mücadele gibi yüce ve melekuti yönleri ile daha fazla zevk alıyor.
Yıllar sonra çağdaş İngiliz filozof Bertrand Russell, ahlak ve mezhebe son kurşunu sıkarak, batı kültürünü daha da dünyevi zevklere yöneltti. O sadece gayrı meşru cinsel zevkler hakkında şöyle diyor: “Yapılan bir şeyden başkaları zarar görmüyorsa, onu mahkûm etmeye bir gerekçe bulunmuyor. Bu ameli, sadece eski bir mezhep tarafından kötü algılanması nedeni ile, mahkûm edemeyiz. Sadece onun çıkar ve zararlarını hesaplamak gerekir, işte dindeki cinsel ahlaki temeller ve diğer tüm ahlaklar arasındaki fark bu.” Böylece insanın tüm manevi ve ruhsal ihtiyaçları ile ahlaki değerleri üzerine iptal damgası vurularak, aşırı zevke düşkünlük, başıboşluk ve aşırı cinsel duyguların tatmin edilmesi önem kazanırken, onlara ulaşmak ise saadet olarak kabul edildi. Nitekim günümüzde bu mesaj defalarca batının filmleri, romanları ve hatta çizgi filmlerinde bile tekrarlanıyor. İnsan yaşamında Allah’ın temel alınması yerine zevk ve diğer insani isteklerin temel alınması ile TV ve diğer medya kurumlarınca laubalilik ve zevke düşkünlük kültürünün nüfuzu artınca batı kültürü daha da uçuruma doğru yol aldı.
Genel bir bakışta batıdaki kültür değişikliği sürecinde, ilk önce Allah’a olan bağlarından koptuğu ve ardından oluşan boşluğu doldurmak için zevke yöneldiği söylenebilir. Çeşitli müptezel şakalar, eğlence programları ve oyunların etkisinde kalan bir toplum, artık ciddi ve kader belirleyen sözlere ve konuşmalara değer vermez. Böyle bir toplum, elitlerin sözlerini dikkate alan bir toplum değildir, zira onun düşünce ortamı yok olmuştur ve nihilizmde her şeyi alaya almakta. Böyle bir toplumda en ciddi konulardan biri olan din, dikkate alınmazken, değersiz telakki ediliyor ve derin sözler söylemek için hiçbir alan bulamıyor. Alay, mizah ve saçmalık kültüründe, zihin disiplini yok olur ve yüzeysel ve içeriksiz kişilikler oluşur. Amerikalı düşünür ve sosyolog Dr. Nil Postman “Lüks içinde yaşam, neşe içinde ölüm” adlı kitabında şöyle yazıyor: “Gülme, alay ve kahkaha kültürü Amerika milletini yok etmiştir… Amerika halkı nerede olursa olsun birbiri ile diyalog içinde değiller, zira birbirini eğlendiriyorlar.”
İlahi dinler ve özellikle de İslam dini, bir çekişme ve rahatsızlığın oluşmaması için maddi zevklerin ilahi yasalar çerçevesinde olması gerektiğini savunuyor. İnsan yaşadığı toplumda düzen, huzur ve manevi ortamın korunması için bir çok gayrı meşru ve haram zevkten vazgeçmeli, zira aksi halde toplum, geniş ruhsal bunalım ve hastalığa yakalanır. Günümüzde eğlence ve zevk alma kültürü, özellikle de aşırı cinsel zevklere düşkünlük batı için bir çok soruna sebep olmakta, sanki batı insanı sadece zevk almak için yaşarken, daha ileri bir hedefi bulunmuyormuş gibi