Yenileniyor
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyon
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkari
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • İstanbul
  • İzmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • K.Maraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce

DOĞURGAN VE AMELÎ SORUMLULUKLARLA BİRLİKTE OLAN İMAN

kategorisinde, 10 Eyl 2014 - 16:44 tarihinde yayınlandı
DOĞURGAN VE AMELÎ SORUMLULUKLARLA BİRLİKTE OLAN İMAN

Yetkin inanç ve fikrî kabul anlamıyla iman, başlı başına ve soyut olarak yeterli midir, yoksa hayata renk veren ve amel doğuran iman mı geçerlidir? Kur’ân, iman ile ameli hep bir arada kullanmış, “amaca giden doğru yolda hareket” için bir amil olarak göz önünde bulundurmuş ve onlarca ayette “amel birlikteliğindeki iman” üzerine dünyevî ve uhrevî mükâfatlar kurmuştur.
Kur’ân’ın buyruğunu dinleyip düşünelim:
Ey inananlar, rükû edin, secde edin, kulluk edin Rabbinize ve hayır işleyin de kurtulun, erin muradınıza. Ve Allah yolunda hakkıyla cihad edin. O seçti sizi ve dinde bir güçlük vermedi size; babanız İbrahim’in dini. O mabuttur daha önce ve bu Kur’ân’da size Müslüman adını takan, Peygamber, size tanık olsun, siz de insanlara tanıklık edin diye. Artık namaz kılın, zekât verin ve sarılın Allah’ın (dinine), O’dur dostunuz; ne de güzel dosttur, ne de güzel yardımcı. (Hac, 77-78)
Bu ayetlerde de görüldüğü gibi, din inancının en önemli özelliklerinden olan başarı, zafer, seçkinlik, insanlığa kılavuzluk ve bekçilik, Allah’ın yardımından nasiplenmek, amel birlikteliğinde olup hareket doğuran iman üzerine kurulmuştur. Aşağıdaki ayet de başka bir anlatım ve ifadeyle, imandan kaynaklanan amelleri hatırlatmakta ve İslâmî toplumun sınırlarını belirlemede, iman ve amel birlikteliğinin rolüne vurgu yapmaktadır:
İnanıp yurtlarından göçenler (Allah için ve İslâmî toplum için evinden ve hayatından geçenler), mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad edenler, bunlara sığınak verip yardımda bulunanlar, işte bunlar, birbirlerine bağlılardır ve birbirlerinin velileridir. İnandıkları hâlde yurtlarından göçmeyenlere (pek çok sorumluluklar içeren İslâmî toplumun üyeliğine girmeyenlere) gelince, göçünceye dek onlarla bağ ve bağlılığınız yoktur. (Enfal, 72)
İMAN VE SORUMLULUKLARA BAĞLILIK
Doğru iman -bir önceki bölümde düşünmeye sunduğum ayetler uyarınca- sorumluluktan ayrılmayan imandır. Çıkar düşkünleri, imanî sorumlulukları uygulanması gerekli sorumluluklar olarak görmezler. Onlar, şahsî ve haksız çıkarlarıyla örtüştüğü sürece bu sorumluluklara bağlı kalır, aksi durumda ise onlara itinasız ve kayıtsız kalırlar.
Kur’ân kültürü açıkça, -belki de sıkıntılı günler için gönüllerinin bir köşesinde kalbî iman mayası saklayan- bu tür bireyleri, mümin olmayanlar ve iman yoksunları olarak duyurmuş ve de Allah’ın müminler için verdiği saadet, kurtuluş, başarı, üstünlük… müjdelerini, her hâl ve durumda dinî sorumluluklarına bağlı ve sorumluluk bilinci taşıyan müminlere özgü kılmıştır.
Aşağıdaki ayetler, Kur’ân’ın bu husustaki açık ayetleridir:
Andolsun ki biz, her şeyi açıklayan deliller indirdik ve Allah, dilediğini doğru yola sevk eder. Ve derler ki: İnandık Allah’a ve Peygambere ve itaat ettik, sonra da onların bir kısmı bu sözün ardından yüz çevirir ve onlar inanmış kişiler değildir. Onlar, aralarında hükmetmesi için Allah’a ve Peygamberine çağrıldıkları zaman içlerinden bir kısmı, derhal yüzlerini döndürür. Fakat hak kendilerindeyse ona koşa-koşa gelirler. Gönüllerinde hastalık mı var, yoksa şüphe mi ediyorlar, yoksa Allah’ın ve Peygamberinin, onlar bir haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Hayır, onlardır zalimlerin ta kendileri. Aralarında hükmetmesi için Allah’a ve Peygamberine çağrıldıkları zaman inananların sözü, ancak duyduk ve itaat ettik sözüdür, böyle der onlar ve onlardır kurtulanların, muratlarına erenlerin ta kendileri. Ve kim Allah’a ve Peygamberine itaat eder, Allah’tan korkar ve ondan çekinirse o çeşit kişilerdir muratlarına erenlerin, kurtulup nusret bulanların ta kendileri. (Nur, 46-52)
Ve nitekim sonraki iki ayet, imana uygun ve layık amel birlikteliğini sağlayan müminlere “Allah’ın halifeliği”, dünyaya siyasî egemenlik ve İslâmî ideal toplumu teşkil gibi gönül okşayıcı müjdeyi şöyle vermektedir:
Allah, sizden inanıp iyi işlerde bulunanlara, onlardan önce gelip geçenleri nasıl yeryüzüne sahip ve hakim kıldıysa onları da mutlaka yeryüzüne sahip ve hakim kılmayı ve onlara, razı ve hoşnut oldukları dini nasip edip o dini, bütün dinlerden üstün etmeyi, korkularını emniyete tebdil eylemeyi vaat etmiştir; bana kulluk etsinler ve hiçbir şeyi eş tutmasınlar bana. (Nur, 55)

Haber Editörü : Tüm Yazıları