Seyyid Hasan Nasrullah’ın el-Menar, el-Meyadin ve el-Alem televizyonları tarafından canlı yayımlanan konuşmasının ‘nekbe’ ile ilgili bölümünü sunuyoruz.
Asıl meselelere geçmeden önce izin verirseniz kişisel bir meseleye değinmek istiyorum. Zaman zaman bazı medya organlarında ve sosyal medyada benim öldüğümden, kalp krizi ya da beyin kanaması geçirdiğimden, kanser olduğumdan söz ediliyor. Ben öncelikle bu tür şeylere kulak verilmemesini istiyorum. Bunlar kesinlikle doğru değil.
Bunlar morallerin bozulması için yürütülen psikolojik savaşın bir parçası olarak ortaya atılan söylentiler. Şüphesiz ölüm Allah’ın elinde olan bir şey; ancak sağlığımla ilgili olarak şunu söyleyeyim ki hiçbir hastalığım yok. Hatta Allah’a şükürler olsun ki hiçbir ilaç kullanma ihtiyacı da duymuyorum. Ama bir insanın şehadeti, katledilmesi veya ölümü Allah’ın elindedir. Bir insanın ölümünün gizlenmesi mümkün değildir. Bazı yerlerde bu iş yapılmaya çalışılsa da biz böyle bir şey yapmıyoruz.
Bazı sosyal medya hesapları benim konuşmalarım sırasında meyve suyu içiyor olmama işaret ediyorlar. Meyve suyu içmemin sağlığımla bir ilgisi yok. Bir saatlik bir konuşmada ağız kuruluğunu önlüyor. Konuşma yapan herkese de meyve suyu, limonata tavsiye ederim.
Şimdi izninizle bugünkü konuşmanın konusuna geçelim. Öncelikle içinde bulunduğumuz günlerdeki bazı münasebetleri tebrik edeyim. Peygamberimizin biset günü (peygamberlikle görevlendirilmesi) ve miraç kandili bunlar arasındadır. Ayrıca taziyelerimizi bildirmemiz gereken bir münasebet olarak da İmam Musa Kazım’ın şehadeti söz konusu.
Ayrıca bu zorlu şartlarda ibret almamız gereken bir münasebet olarak Filistin’deki nekbe gününün, ümmetin 1948’deki nekbesinin (büyük felaket) 67. Yıldönümü ve Lübnan’da Siyonist düşmanla yapılan 7 Mayıs 1983 anlaşmasının yıldönümü var.
Lübnan halkı şehitlerinin kanı ve mücadelesiyle bu anlaşmayı ortadan kaldırdı. Konuşma sürem bir saat ve ben bu süreye bağlı kalacağım. İzin verirseniz öncelikle konuşmamın ana başlıklarını açıklayayım. Bu konuşmamda bunların hepsine değinemezsem geri kalanları inşallah bir başka konuşmaya bırakırım.
Öncelikle Nekbe günüyle ilgili birkaç şey söylemek istiyorum. Daha sonra konuşmamın asli bölümü olarak Kalamun savaşı var. Üçüncü mesele Lübnan cumhurbaşkanlığı seçimleri ve Mişel Aun’un dünkü basın toplantısındaki açıklamaları, dördüncü olarak Bahreyn ve beşinci olarak da Yemen meselesine değineceğim.
Nekbe için öncelikle şunu söylemeliyim ki Filistin halkının ve bu ümmetteki birçok kişinin 67. Yıldönümü münasebetiyle düzenlediği törenler ümmet açısından bir yenilgidir. Bu mesele bir gerçekliktir. Bölge halkları o dönemde, Siyonist-İngiliz komplosu ile karşı karşıyaydı. 1948’de topraklar işgal edildi ve gasıp Siyonist rejim kuruldu. Yüz binlerce Filistinli mülteci oldu. Bu bölgeye yönelik yeni bir saldırganlığın ve tehlikenin öncülüydü.
İsrail daha sonra 1967’de yayıldı. Filistin’de, Lübnan’da, Suriye’de, Mısır’da Ürdün’de hükümetlere, ordulara, halklara yönelik saldırganlığın ve savaşın etkeni oldu. Bu rejimin sürekli saldırganlığından en büyük pay, Filistin ve Lübnan halklarına düştü; bu hala da devam ediyor.
Sonraları devam eden temmuz savaşı ya da Gazze savaşları bu meseleyi ortaya koyuyor. 1948’deki nekbe gününün yıldönümünde ibret almaya ihtiyacımız var. Bugünkü kuşaklara o dönemlerin şartlarını anlatmak gerekiyor. 1948’deki o olayların niçin yaşandığını çok iyi incelememiz ve sonra bunu bugünkü kuşaklara anlatmamız gerekiyor. Bugünkü kuşaklar hala o dönemin şartlarının ve hatalarının sonuçlarına katlanıyorlar.
O dönemdeki sorumluluklar hakkında, Arap devletlerinin, liderlerinin, krallarının, emirlerinin ve siyasi güçlerinin, aydınlarının bireysel sorumluluklarının ölçüsü hakkında konuşmalıyız. O dönemin kuşaklarının tehlike ve tehditler konusundaki anlayış düzeyi hakkında konuşmalıyız.
Heder edilen fırsatlar hakkında, gösterilen ihmaller, bunların sebepleri ve yapılan yanlış hesalar hakkında konuşmalıyız. Grupsal çıkarlar ve bir ülkenin çıkarlarına, tüm ümmetin çıkarlarından öncelik verilmesi hakkında konuşmalıyız. Yanlış öncelikler hakkında konuşmalıyız.
İktidar koltuklarının korunması için yapılan ihanetler ya da krallık yahut iktidar koltuklarının oluşturulması için yapılan pazarlıklar hakkında konuşmalıyız.
Bunlara karşın o dönemin liderlerinin, aydınların, mücadelecilerinin, direniş hareketlerinin kahramanca tutumlarını da hatırlamalıyız. O dönemdeki birçok direniş hareketi ve örgütü mazlum bırakıldı, aşağılandı ve bu ümmet içerisinde garip kaldı. Burada son kurşununa ve kanının son damlasına kadar savaşan şehitleri de hatırlamalıyız. Yani her iki tarafı da görmeliyiz. Kuşkusuz birinci taraf daha tehlikeli ve daha büyüktü ve büyük felakete (nekbe) sebep oldu.
Nekbe günü faciasının sonucu Filistin’in, Filistin’deki ümmetin kutsallarının kaybedilmesi, Filistin halkının parçalanması oldu ve bu sonuçlar hepimizi de etkiledi. Bunların tümünü incelemeliyiz. Elbette burada bunun için zaman yok, ama bu işin yapılası için herkese çağrı var. Ümmetin geçmişinin sorumluluğunu, bugünün şartlarını ve geleceğinin sorumluluğunu omuzlarında hisseden herkes bu incelemeyi yapmalıdır.
Tekfirciler yeni nekbe
Bugün bu gözden geçirmeye ihtiyacımız var. Zira biz şu anda yeni bir büyük felaket (nekbe) ile karşı karşıyayız. Bu çok daha büyük ve tehlikeli felaket tekfircilerdir.
Birinci nekbenin faili Siyonist-İngiliz komplosuydu. Bugün ise ABD-tekfircilik-siyonizm komplosuyla karşı karşıyayız. ABD, bu komployla ümmeti zayıflatmaya, parçalamaya ve ona hakim olmaya çalışıyor. Bugün bizler geçmişteki sorunların aynısıyla karşı karşıyayız.
Tehlike ve tehdidi anlama, sorumluluk üstlenme, fırsatları kaybetme, yanlış hesaplar, etnik, grupsal veya mezhebi çıkarları ulusal çıkarların ve ümmetin çıkarlarının önünde tutma… Bütün bunlar, yeni bir tarih ve yeni başlıklar altında bir kez daha gündemdedir, geçmişteki mazmunlarıyla yeniden tekrar etmektedir. Tüm bu sorunlara karşı bilinci, basireti ve direnişi güçlendirmek için çaba göstermek gerekir.
Yeni nekbe, yıldönümlerinde törenler düzenleyip rahatsızlığımızı dile getirdiğimiz 1948’deki nekbeden çok daha büyük ve tehlikelidir. 1948’deki nekbede Filistin kaybedildi; ama Filistin halkı kaldı. İşgal altında olsa da Filistin’in kutsalları kaldı ve Filistin davası söz konusu edildi.
Tekfircilerin ümmet içinde yarattığı yeni nekbe, Filistin davasının kaybedilmesine, kutsallarının kaybedilmesine; bütün bunlardan çok daha tehlikeli olmak üzere ülkelerin ve halkların kaybolmasına neden olacak. Lübnan’a, Suriye’ye, Irak’a, Yemen’e Bahreyn’e, Mısır’a, Libya’ya, Pakistan’a, Afganistan’a tüm Arap ve İslam dünyasına yayılacak.
Tekfircilerin bayrağının, liderlerinin, savaşçısının fikri, kültürel, askeri, mali ya da enformasyon desteğinin olduğu her yere bu nekbe yayılacak. Bu nekbe, nerde olursa olsun onları destekleyen ve örgütleyenlerin de başına bela olacak.
Bu sebeple 1948’deki nekbenin tecrübesinden yararlanarak herkesten tarihten ders almasını ve ibret çıkarmasını istiyorum. Bizim, babalarımızın ve evlatlarımızın sonuçlarından acı çektiğimiz bu tarihten torunlarımız da acı çekecek. Bu Amerikan-tekfirci komplosu karşısında hepimiz sorumlu davranmalıyız.
Onlar daha büyük bir nekbe yaratıp, ülkeleri, halkları, orduları ve kutsalları yok etmek istiyorlar. Bizim 6 ay, 1 sene, 2 sene, 3 sene önce sözünü ettiğimiz şartlara bugün birçok ülkede karşı karşıyayız.
Yıkım, tahrip, katliam, kafa kesme, parçalanma, bölünme ümmeti bekliyor. Eğer bu tekfirci komploya karşı sessiz kalınırsa, Siyonist komploya karşı koymada olduğu gibi geç kalınmış olur.