İnsan yenilik ve çeşitliliğe meyilli bir yapıya sahiptir; tekdüzelikten ve yeknesaklıktan bıkar. Yenilik ve çeşitlilik insanın varlığında olan gereksinimlerdendir. Bunun sebebi nedir? İnsan bir şeye karşı çok istekli olmasına rağmen, onu elde ettiğinde neden heyecanı kırılır, soğur ve hatta nefret etmeye bile başlar?
Bazıları bunun nedenini şöyle açıklamıştır: Bu özellik insanın zatından kaynaklanır. İnsan hep sahip olmadığı şeyleri arzular. Sahip olmak, aşk ve isteğin ölümüdür.
Başka bir grup ise daha dakik bir açıklama getirmiş ve şöyle demiştir: İnsan, gerçekten zat ve yaratılışından kaynaklanan bir isteğine ulaştığında asla ona karşı soğumaz ve isteği kırılmaz. İnsanın fıtrat ve yaratılışında yüce ve kâmil bir sevgili vardır ve bu sevgili, sonsuz kemale sahiptir. Gerçekte insan, peşine takıldığı her sevgilide gerçek sevgiliden bir iz görür ve gerçek sevgilisi olduğunu düşünerek peşine takılır. Ona kavuştuktan sonra gerçek sevgilisinin özelliğini onda bulamaz ve varlığındaki boşluğu onun doldurabileceğine kadir olmadığını anlar. Bu nedenle bir başka sevgilinin izini sürer ve böyle de devam edip gider. Bir gün asıl ve gerçek sevgilisini bulduğunda ise, sonsuz kemal ile bağlantıdan ibaret olan gerçek kemal ve yetkinliğine kavuşur; mükemmel bir sevinç, neşe ve mutluluğa boğulur. Ebedî bir huzura kavuşur ve artık yorgunluk nedir bilmez.
Kur’ân-ı Kerim bu gerçeğe şöyle dikkat çekmiştir:
“İyice bilin ki gönüller, Allah’ı anmakla yatışır, kuvvet bulur.” rad-28
Kur’ân-ı Kerim cenneti şöyle tanıtmaktadır:
“Orada ebedî olarak kalırlar ve oradan ayrılmak da istemezler.” kehf-108
Yani ahiret nimetleriyle dünya nimetleri arasındaki fark, insanın bu dünyada değişimi ve ahirette ise değişmezliği istemesidir.
Her halükârda insan bu dünyada yenilik ve çeşitlilik talibidir. Özellikle hayat bağlamındaki yenilik, insanın düşüncesinin filizlenme nedenidir. Yenilik ve çeşitlilik insanın sıkıntısını giderir ve ferahlatır.
Her zaman yeni bir yüz, yeni bir güzellik
Nitekim yeniden görmek sıkıntıyı dindirir.
Dinin şeriat ve yasama boyutu da bu noktayı göz önünde bulundurmuş, haftada belli bir günü ve yılda belli bir ayı özel bir ibadete tahsis etmiştir. Haftanın Cuma günü ve yılın Ramazan ayı, manevî hayatı yenileme ve maddî bıkkınlıklardan arınma zamanıdır.
Bir hadis şöyle buyurmuştur:
“Her şeyin bir baharı vardır ve Kur’ân’ın baharı da Ramazan ayıdır.”
Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kur’ân’ı öğrenin; çünkü o, gönüllerin baharıdır.”
Tabiat baharını, bir süre uzaklıktan sonra sıcak ışınlarıyla ölü tabiatı dirilten ve uyuyan toprağı uyandıran güneş getirir. Ölü gönüllere ve solgun canlara manevî baharı getiren de Kur’ân güneşidir. İnsan, hem maneviyatın ve hem de doğanın bahar fırsatından yararlanmalıdır. Yüce Allah Resulü (s.a.a) manevî bahar -yani mübarek Ramazan ayı- hakkında şöyle buyurmuştur:
“Dürüst niyetlerle ve temiz kalplerle Allah’tan dileyin ki ona kulluk etmede ve kitabını okumada sizi başarılı kılsın.”