Yenileniyor
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyon
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkari
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • İstanbul
  • İzmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • K.Maraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce

Vahhabilik ve Tekfir Meselesi

kategorisinde, 10 Eyl 2014 - 17:04 tarihinde yayınlandı
Vahhabilik ve Tekfir Meselesi

İslamiyete karşı kin ve düşmanlık bayrağını açıp, mücadele eden kişiler tekfir edilir. Kur’an’ın ‘ey kafirler’ hitabı bunlar için geçerlidir. Çünkü bunlar düşmanlıkta ileri giden insanlardır. Ya da bu hitap tüm kafirleri için aleni olarak kullanılmaz. Tebliğ metodunda seviyeli bir üslup kullanılır. Hakaretvari, iğneleyici ve aşağılayıcı bir üslup tebliğ metodu olamaz. Her söz her yerde söylenmez. Bu söz hak/gerçek bir söz de olsa bu gerçeklik göz ardı edilmemelidir. Kör/topal ve kel bir insana fiziki görünüşüne göre hitap bir nevi hakarettir/eziyettir. Hiç bir insanın başkasına hakaret etme hakkı yoktur. Bu şer’an yasaklanmış bir davranıştır. Medine’de yüzlerce münafık olmasına ve peygamberimizin bunları tanımasına rağmen, bunlara ‘ey münafıklar’ diye hitap edilmemiştir. Burada büyük bir hikmet ve siyaset bulunmaktadır. Basiret/feraset/ileri görüşlülük burada devreye girmektedir. Hikmet ehli olmayanlar hep baltayı taşa vururlar. Fayda vereyim derken zarar verir.
Aslında insanların çoğu için hak açık olmadığından inkarda direttirir. Ehli fetret, cahil-i kasır, cehl-i mürekkeb kavramları bunları tanımlamak için kullanılmıştır. Bu insanların mustazafin kapsamına girme ihtimali hiçbir zaman unutulmamalıdır. Bu insanlarla iletişimde itici bir dil kullanmaktan özenle kaçınılmalıdır. Öğüde kapı aralamak ve kalpleri feth etmek için yumuşak bir dil kullanılmalıdır. Bunlar küfrün elebaşları değillerdir. Hak ile bunlar arasında önyargı duvarlar vardır. Bu duvarların yıkılması için muhabbet diline ve güzel muameleye ihtiyaç vardır. Katı yüreklilik dostların bile dağılmasına neden olur. Eğer öğüt alma ihtimali varsa, Firavun’a dahi yumuşak bir dil kullanmak gerekiyor. Bu Rabbimizin bize tavsiyesidir.
Hakikat bunlardan ibaret iken, kıble ehli bir mümini tekfir etmenin ne kadar hikmetsiz bir iş olduğu malumdur. İçtihat farklılıklarından dolayı hiçbir kimseyi tekfir edemeyiz. Hatta birçok konuda cehalet bile kişi için bahane olabilir Böyle fasit amellerin zarardan başka hiçbir faydası yoktur. Birçok hadisinde peygamberimiz faydası olmayan bu tür yanlış davranışları yasaklamıştır. Kavga, çatışma ve öldürmeye kapı aralamamak gerekiyor. Muhakkak ki tekfir, tüm bu sorunların kaynağıdır. Müslümanların sözünü küfre yormak yerine zayıf bir rivayet de olsa iyiye/hayra yormak gerekiyor. Kişinin niyeti küfür değilse müslümandır. Niyet okumak da kimsenin haddine değildir. İmam Mâlik’in:
“Bir kimsenin küfre ihtimali olan 99 hareketi yanında bir hareketi de mü’min olduğuna delâlet ederse, o kimsenin mü’min olduğuna hükmedilir.” dediği rivâyet edilmiştir.(es-SeyyidSâbık, Fıkhu’s-Sünne, c. II, s.453,Beyrut, 1977.)
Müslümanların hakkında hüsn-ü zan etmek esastır. Bediüzzaman bu konuda şöyle diyor:
“Said’i bilenler bilirler ki, mümkün olduğu kadar tekfirden çekinir. Hatta sarih küfrü bir adamdan görse de, yine tevile çalışır. Onu tekfir etmez.”
Başka bir ifadesinde de,
“Madem zemmetmemek (bir insanı kötülememek) ve tekfir etmemekte bir emr-i şer’î (dini bir emir) yok, fakat zemde ve tekfirde hükm-i şer’î ( bir müslüman’ı kötülemenin ve küfürle suçlamanın dinî bir hükmü) var. Zem ve tekfir eğer haksız olsa büyük zararı var. Eğer haklı olsa hiç hayır ve sevap yok. Çünkü zemme ve tekfire müstahak hadsizdir (kötülüğü ve tekfiri pek çok insan hak ediyor) Fakat zemmetmemek, tekfir etmemekte hiçbir hükm-i şerî yok.” (Emirdağ Lahikası, 1:201)
Küfür, hiçbir zorlama olmaksızın kendi irade ve isteğiyle iman hakikatlerini inkâr ve tekzip etmek, yahut tasdik etmemek, iman edilmesi gereken mukaddesatı tahkir etmek, onlarla alay etmek, haramı helâl, helâli haram kabul etmek manasına gelir. Hüküm zahire göre verilir. Batını/kalbi hiç kimse bilemez. Küfür sözünü telaffuz edenin, cehaletten mi dine düşmanlıktan mı söylendiği iyi bilinmelidir. Bazen Müslümanın ağzından da küfür sözü çıkabilir. Örneğin peygamberimiz(a.s.m) münafığın alâmetlerini şöyle sıralar: “konuşunca yalan söyler. Söz verince sözünü tutmaz. Kendine itimat edilince ihanet eder.” Halbuki, “yalan söylemek”, “sözünde durmamak”, “emanete hıyanet etmek” insanı kafir etmez. (Yine hepimiz biliriz ki, münafık kâfirden daha alçaktır. Çünkü, münafık gerçekte kâfir olduğu halde, küfrünü gizleyen, müslüman görünen kimsedir. Bu adam islâm’ın gizli düşmanıdır ve açık düşmandan daha tehlikelidir. Sizi ne zaman ve nasıl vuracağı bilinmez. Şimdi, yalan söyleyen bir müslüman’ın böyle hâin bir kâfirden daha aşağı olduğunu söylemek mümkün mü? Elbette ki hayır! O halde hadis-i şerifteki inceliği şöyle anlayacağız. Resûlûllah efendimiz (a.s.m) bu sözüyle müminlere ihtar ediyor: “sakın şu günahlara yaklaşmayınız! Çünkü onlar kâfirden daha alçak olan münafığın sıfatlarıdır.” Bu fevkalâde tesirli bir ikaz, bir sakındırma metodu. Bu inceliği sezmeyerek, söz konusu günahları işleyen bir mü’mini nifaka girmekle itham etmek, tekfir gibi büyük bir cinayet, büyük bir vebal, büyük bir cehalet ve dehşetli bir su-i zan…)Bediüzzaman bu konuda şöyle diyor:
“Meselâ: demiş bu şey küfürdür. Yâni, o sıfat imandan neş’et etmemiş, o sıfat kâfiredir. O haysiyet ile o zât küfür etti, denilir. Fakat mevsufu ise mâsume ve imandan neş’et ettikleri gibi, imanın tereşşuhatına da hâize olan başka evsafa malik olduğundan o zât kâfirdir denilmez. İllâ ki, o sıfat küfürden neş’et ettiği yakînen biline… Zira başka sebepten de neş’et edebilir. Sıfatın delâletinde şek var. İmanın vücudunda da yakîn var. Şek ise yakînin hükmünü izale etmez. Tekfire çabuk cür’et edenler düşünsünler!…” (sünuhat, 20)
Kişiyi tekfir etme birçok sorunu da beraberinde getirir. Küfür damgası vurulan kişi; hanımından boşanması, çocuklarının elinden alınması, müslüman mezarlığına gömülmemesi, tevbe etmediğinde idam edilmesi, cenazesinin yıkanmaması, yardım ve destek verilmemesi gibi yaptırımlara maruz kalır.
İmam Gazali bu konuda şöyle diyor:
“Mümin bir kişiyi tekfir etmek, o kişiyi öldürmenin mubah olduğuna ve ebedi olarak cehennemde kalmasına hükmetmek demektir. Bir kimseyi tekfir etmek hukukî sonuçları doğuran dini bir hükümdür. Çünkü bir kimse tekfir edilse, o kişinin mal varlığı elinden alınır, kanının dökülmesi helal olur ve onun cehennemde ebedi olarak kalmasına hükmedilmiş olur. Diğer dini hükümler gibi, bu da bazen kesin, bazen zanla bilinir. Bir insanın küfre girmesinde tereddüt varsa, küfürle suçlamayıp sessiz kalmak gerekir.” (İslam’da Müsamaha, s.16 ve s.46)
Kelime-i şahadet getirmek, kişilerin canlarını, mallarını ve kanlarını masum/ dokunulmaz kılar. Onların hesabı Allah’a kalmıştır. Hüküm zahire/dış görünüşe göre verilir. Batını/kalbi/gizli olanı Allah bilir. Bu konuda birçok sahih hadis vardır. Usame b. Zeyd ‘in kelime-i tevhid’i getiren bir insanı öldürmesi ve peygamberimizin şiddetli tepkisini/kınamasını buna örnek verebiliriz. Kelime-i şahadeti söylediği halde bir insanı öldürmek, aslında bu kutsal kelimeye saygısızlıktır. Ve bu da telafisi zor bir ameldir. İslam’ın ilk dönemlerinde bu tür ferdi hatalar yapılmışsa da bugün bu kadar tarihi tecrübeden sonra kesinlikle yapılmamalıdır. Bediüzzaman ifrat eden bir Alevi hakkında bile bu şöyle diyor:
‘’Hubb-u Ehl-i Beyt’i meslek yapan Alevîler ne kadar ifrat da etse, Rafizi de olsa; zendekaya, küfr-ü mutlaka girmez.’’(Alevîlik ve İmamet,Bediüzzaman,s.54 İttihad yayıncılık,BaskıTarihi:Nisan 1995)
Tekfircilik meselesinin kökü Haricilere kadar uzanır. İslam tarihinde tekfir etme bu fırka ile birlikte müslümanları meşgul etmeye başladı. Hariciler, İslam tarihinde tekfir mekanizmasını ilk işleten mezhep olmuştur. İslam hukukuna ve fıkhına derinlemesine vakıf olmadan sadece sakalı uzatmak yetmiyor. Vahhabiler/Hariciler, nasların (Kur’an ve sünnet) zahirine yapışıp kalan, bu kör taassupla kendileri gibi düşünmeyen müslümanları tekfir ederler. Bediüzzaman vahhabilerin atalarının/ ecdatlarının hariciler olduğunu belirtiyor. Çünkü her iki zihniyette aynı anlayışla hareket ediyor/örtüşüyor. Bunlar şeytanın avareleridir. Resullullah bunlar hakkında şöyle demiştir:
“Ahir zamanda yaşları küçük, akılları zayıf bir grup insanlar/birtakım gençler ortaya çıkacak. Yaratıkların en hayırlısının (a.s.m) sözünden söylerler ve Kur’an okurlar, ama okun yaydan çıkıp fırladığı gibi dinden çıkarlar. İmanları gırtlaklarından öteye geçmez. Onlara nerede rastlarsanız onları öldürün. Kuşkusuz onları öldürmek, kıyamet günü öldürenler için bir ücret/bir mükâfat sağlar.” (Buhari, Menakıb,25,Ebu Davud, sünnet,31) İmam Ali (as) nasıl Nehravan’da bunların atalarının kökünü kazıdıysa Ali şiaları da günümüzde bunların köklerini kazıyacaktır.
Hasan-ı Basri şöyle diyor:
“İlimsiz amel yapan, yoldan çıkmış kimseye benzer. İlimsiz amel edenin yol açtığı fesad, iyilik olarak yaptıklarından daha fazladır. İlme sarılın ki ibadete zarar gelmesin. İbadete sarılın ki ilme zarar gelmesin. Bir topluluk ilmi terk ederek ibadete sarıldı, sonunda ümmet-i Muhammed’e kılıç çekti. Şayet ilim öğrenselerdi ilim, kendilerine böyle yapmazdı.”
Hariciler, İmam Ali (as) gibi ilim deryası bir insanı bile tekfir ettiler. İmam, O’nların sorularını en güzel ve tatmin edici bir şekilde cevaplamasına rağmen tekfir edilmekten kurtulamadı. Kufe mescidinin dili olsa da bir konuşsa.. Bağnazlığın, taassubun son hadde vardığı bir ortamda değerli insanların alçaltıcı ithamlarına maruz kaldığını. Haricîlerden biri İmam (a.s)’a ;
“Allah kahretsin bu kafiri, ne kadar da bilgilidir! dediğinde halk onu öldürmek için üzerine hücum etti. İmam(a.s) bu durumu görünce şöyle buyurdu:
“ Yavaş olun! Bu bir sövgüdür; ya sövmekle karşılık verilir, ya da günahı bağışlanır.”
Akli noksanlık söz konusudur. Tedavisi çok zor bir hastalığa tutulmuşlardır. Bu hastalık O’nların halka saldırmasına ve kendilerinin ölümüne neden olacaktır. Islahları neredeyse imkansızdır. İbn-i Abbas gibi bayrak açıp sabırla mücadele eden ve sığınağın beşiği olanlara selam olsun.

Haber Editörü : Tüm Yazıları