Yeni evlenen iki genç erkek ve kız, gerçekte yeniden dünyaya geliyor ve yeni bir okyanusa kendilerini atıyorlar. Okyanusun git-gel olaylarında kendilerini koruyabilmeleri için son derece zeki olmaları gerekir. Denizde yaşayan kuşlar ve balıklar gibi. Eğer büyük deryalarda yaşamasını beceremiyorlarsa kısa sürecek olan zorlu bir yaşamdan sonra girdaplarda boğularak yeni yaşamlarına son vereceklerdir.
Beşerin mutluluğunu sağlamak ve ona yol göstermek için gelen mukaddes İslam dini, insanın yaşamının tüm yönlerini hayatın her aşamasında dikkate almıştır. Toplumun asıl unsurlarını oluşturan ve geleceğin anne babaları olan genç eşleri tehlikeli bir vadi olan evlilik vadisinde başıboş bırakmamış; onların elinden tutarak adım adım önderlik etmiş ve ortak hayatta sürekli karşılaşılan çalkantı ve girdapların tehlikesinden korunmalarının yolunu öğretmiştir.
Kur’an ve sünnet temel kaynaklar ışığında eşler arasındaki ilişkiler çok yönlüdür. Ancak bunların en önemlileri şu beş konudan oluşmaktadır:
1- Eşler arasında sevgi ve muhabbeti meydana getiren faktörler.
2- Anlaşmazlıklara yol açan faktörler ve onları ortadan kaldırma yöntemi.
3- İslam’a göre kadının ailedeki yeri.
4- Hicap konusu ve kadının sınırlandırılması hakkında İslam’ın görüşü.
5- Cinsel istekler konusunun açıklanması ve haram ve caiz sınırlarının belirlenmesi.
Karı ve koca birbirlerini en çok sevdikleri ve hoşlandıkları adlarıyla çağırmalıdırlar. Adıyla olsun, soyadıyla, lakap veya toplumsal unvanlarıyla olsun fark etmez. Önemli olan, eşinin hoşlandığı isimleri seçmelidir.
Eşler lakap veya unvan bulmadan önce özellikle de evliliklerinin ilk yıllarında doktor, mühendis, müdür veya hacı olmadan önce birbirlerini kendi adlarıyla çağırırken sevgi alameti olan bir ek ya da kelimeyi ekleyerek birbirlerini çağırmaları daha iyidir.
İsimle çağırmak saygısızcadır. Ondan daha saygısızca olan, ismini kısaltarak söylemesidir. Örneğin; kocasının ismi İbrahim veya Muhammed ise onu, hanımı kısaltarak kullanmamalıdır. Bazen bu kısaltmalar eşler arasındaki samimiyetten kaynaklanabilir, o zaman da ortama göre değişebilir; uygun bir ortamda bu şekilde çağırmanın sakıncası yoktur.
Ama hanımcığım, kocacığım gibi kelimelerin uyandırdığı sevgi ve muhabbeti saygısızca olmasa bile kısaltılarak söylenen isimler uyandırmıyorlar. İslam, bütün Müslümanlara, özellikle de eşlere sevgi dersi verdiği için muhatabımızı eşin en çok hoşlandığı isimle çağırmamızı tavsiye ediyor.
Belki de bazı erkekler doktor, mühendis veya bey gibi lakapların hanımı tarafından kullanılmasından hoşlanmayabilirler. Örneğin; Ahmetçiğim demesinden daha çok hoşlanabilir. İşte o zaman eşinin, sevdiği kelimeyi kullanmalıdır. Aynı şekilde dışarıda, evde, köyde ve şehirde kullanılacak kelimeler fark eder. Hatta dilden dile veya bölgeden bölgeye de fark edebilir.
İslam peygamberi (s.a.a) sevgi ve muhabbet uyandırmak için ne kadar güzel, sabit ve de değişmez bir ölçü bırakmış: “Onu, hoşlandığı adla çağırın.”
Değinmek istediğimiz diğer bir konu da insanın gerek eşiyle ve gerek diğer insanlarla konuşurken sesini onun duyabileceğinden fazla yükseltmemesi ve aynı zamanda yumuşak bir şekilde konuşmasıdır. Yüksek sesle konuşmak hem insanın vakarını zedeler, hem de karşı tarafı rahatsız eder. Ve sonuç olarak, psikolojik olarak ondan uzaklaşmasına ve sinirlerinin gerginleşmesine sebep olur. Bu da eşler arasında olan sevgi, muhabbet ve samimiyeti azaltıp ortadan kaldırabilir.
Nur Pınarı
1- “Ululanarak değil, miskince de değil, vakarla yürümeye bak, sesini alçalt. Şüphe yok ki seslerin en çirkini merkeplerin sesidir.” Lokman/19
2- Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’den şöyle nakledilmiştir: “Şüphesiz Allah sesin alçaltılmasından hoşlanır ve sesin yükseltilmesinden hoşlanmaz.”
3- Hz. Ali (a.s)’dan şöyle nakledilmiştir: “Sesi alçaltmak, gözü yummak (haramlar karşısında) ve doğal bir şekilde yürüyüş, imanın ve güzel dindarlığın işaretlerindendir.”[3]
4- Allah Resulü’nde (s.a.a) şöyle nakledilmiştir: “Üç şey, iki Müslüman’ın dostluğunu ve sevgisini çoğaltır: Görüştüğünde güler yüzlü olmak, yanında oturmak istediğinde onun için yer açmak ve onu çağırdığında en çok hoşlandığı adla çağırmak.”
Bu rivayetler, diğer bütün rivayetler gibi Müslümanların sosyal ilişkilerinin nasıl olması gerektiğini açıklamaktadır. Hedefi ya da hedeflerinden birisi Müslümanlar arasında sevgi ve muhabbeti yerleştirmektir. Şüphesiz eşler arasındaki sevgi ve muhabbet daha çok öneme sahiptir. Eşler bu emirlere uymamalarının sonucu şüphesiz daha ağır olacaktır.
Bu konuda diğer bir delil de akıldır. Eşler arasında olması gereken samimiyeti aklımız da söylemektedir. Dostunu sevdiği adla çağırmak samimiyeti mutlaka artıracaktır. Aklımızın bu şekilde hükmetmesi şeriatın ne kadar güçlü akli temellere dayandığını göstermektedir. Biz, İslam’ı akli delillerle kabul ettik. İslam bütün maddi, manevi, bedensel ve ruhsal ihtiyaçlarımızı karşıladığı için diğer dinlerle mukayese ettiğimizde eğer selim bir akılla hükmedersek İslam’ın diğer dinlerden daha kapsamlı ve daha derin olduğunu görürüz. Buna göre akıl ve İslam ayrılmaz iki kardeştirler. Aklın verdiği her hükmü İslam kabul eder. İslam’ın da aklın kabul edemeyeceği bir hükmü vermesi düşünülemez.