Hz. Fatıma’nın (a.s) doğum tarihi hakkında İslam alimleri ihtilaf etmişlerdir.
Ehl-i Sünnet alimleri çoğunlukla o Hazret’in Hz. Resulullah’ın bi’setinden beş yıl önce doğduğunu rivayet ederken, Ehl-i Beyt İmamları’ndan gelen hadislerde daha çok Hz. Fatıma’nın (a.s) bi’setin beşinci yılının cemaziyülâhır ayının yirmisinde cuma günü doğduğu belirtilmiştir. Ebu Basir’in naklettiği bir hadiste Hz. İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fatıma (a.s) Hz. Resulullah (s.a.a) kırk beş yaşında iken cemaziyülâhır ayının yirmisinde dünyaya geldi. Ömrünün ilk sekiz senesini babasıyla birlikte Mekke’de geçirdi. On sene de Medine’de babasıyla beraber kaldı. Babasının vefatından sonra ise, sadece yetmiş beş gün hayatta kaldı ve hicretin on birinci yılında cemaziyülâhırın üçünde dünyadan göçtü.”
Allah Teala, Hz. Peygamberini (s.a.a): “Sana bol hayır vereceğiz” buyurarak müjdelemişti. Dolayısıyla Hz. Peygamber (s.a.a), Allah’ın va’dinin kesin olduğunu ve bütün hayırların kaynağı olacak pak ve bereketli neslin kendisinden vücuda geleceğine emindi. Ancak kalp gözleri körleşen düşmanlar Resulullah’ın erkek evladının vefat ettiğini görünce, “Artık Muhammed’in soyunu devam ettirecek erkek evladı kalmamıştır; kendisinden sonra yolu da sönüp gider” şeklindeki söylentiler yaparak Hazret’i incitiyorlardı. Bunun üzerine Cenab-ı Hak onlara cevap olarak Kevser Suresini indirerek şöyle buyurdu: “Şüphesiz biz sana bol hayır (bereketli nesil) vermişiz. Öyleyse Rabbin için namaz kıl ve kurban kes. Doğrusu asıl ebter (soyu kesik) olan sana kin duyandır.”
Evet Allah’ın bu va’di, Hz. Fatıma’nın dünyaya gelmesiyle gerçekleşmiş, dünya ufukları onun veladet nuruyla aydınlanmış ve kadının ne kadar yüce bir makama ulaşabileceğini bütün âleme göstermek isteyen Allah Teala, Peygamberinin temiz soyunun, Hz. Fatıma’dan vücuda gelmesini takdir eylemişti.
Hz. Fatıma çocukluk günlerinden itibaren Allah Resulünün hamisi olmaya çalışmış, o küçücük elleriyle düşmanların saldırıları karşısında babasına siper olmuş, babasının bütün hüzün ve kederlerinde onun en fedakâr ortağı olmuştur. Tarih o Hazret’in bu fedakârlıklarını iftiharla kaydetmiştir.
Bir gün müşriklerden biri, Resulullah’ı (s.a.a) sokakta görünce, Hazret’i incitmek için başına bir miktar çer-çöp ve pislik döktü. Âlemlere rahmet olan Resulullah (s.a.a) ona karşılık vermedi ve bir şey söylemeden bu hâliyle eve döndü. Hz. Fatıma (a.s) babasının bu vaziyetini görünce koşup derhal su getirdi, ağlar gözle babasının başını ve yüzünü yıkamaya başladı. Kızının bu üzgün vaziyetini gören Hz. Resulullah (s.a.a), ona teskinlik vermek amacıyla şöyle buyurdu: “Kızım ağlama! Mutmain ol ki, Allah (c.c) babanı düşmanların şerrinden koruyacak ve onlara galip kılacaktır.”
Yine bir gün Hz. Fatıma (a.s), Mescid-i Haram’da oturan bir grup kâfirin, babasının katli için komplo hazırladıklarını fark edince, ağlar bir gözle eve dönüp kâfirlerin aldığı kararı ve uygulamak istedikleri komployu babasına haber vermiş ve böylece babasını muhtemel tehlikeye karşı korumuştur.
Bir gün de Peygamber-i Ekrem’in Mescid-i Haram’da namaz kıldığı sırada müşriklerden bir grup, Hazret’le dalga geçip alay etmeğe başladılar. Bu esnada onlardan biri o çevrede yeni kesilmiş bir devenin rahmini alıp kan ve pisliği ile birlikte, secde hâlinde olan o Hazret’in sırtına attı. Orada hazır bulunan ve bu manzaraya şahit olan Fatıma (a.s) bu duruma çok üzüldü; ağlayarak Resulullah’ın yanına koştu ve devenin rahmini Hazret’in sırtından alıp uzak bir yere atarak Hazret’i onların bu saygısızlığına karşı korumaya başladı. Bu arada bu büyük saygısızlığa maruz kalan Hz. Resulullah’ın (s.a.a) namazını bitirdikten sonra o insanlara beddua ettiği rivayet edilmiştir.
Fatıma (a.s) böylece küçük yaşlarından itibaren bu çeşit hadiseleri görüp babasının yardımına koşuyor, bir annenin yavrusunu savunduğu gibi Hazret’i savunuyor ve babası için adeta annelik yapıyordu. İşte bundan dolayı Resulullah (s.a.a) ona, “Ümmü Ebîha” (Babasının annesi) lakabını vermişti.
İslam’ın en büyük şahsiyetinin yegane kızı Hz. Fatıma (a.s) ev işlerini yapmaktan çekinmiyordu. Aksine ev işlerinde o kadar zahmet çekiyordu ki, Hz. Ali (a.s) onun bu kadar zahmet çekmesine üzülüyor, kendisine acıyor ve hizmetlerini takdir ediyordu. Hz. Ali’nın kendisiyle Hz. Fatıma’nın yaşamını anlatan aşağıdaki sözleri, Hz. Fatıma’nın bu açıdan katlandığı zorlukları açıkça gözler önüne sermektedir: Hz. Ali (a.s) ashaptan birine şöyle buyurmuştur:“Kendim ile Fatıma’nın durumunu sana anlatmamı ister misin? Fatıma o kadar evime su taşıdı ki, kırba bedeninde iz bıraktı; o kadar el değirmeniyle buğday öğüttü ki, elleri nasır bağladı; o kadar evde temizlik yaptı, evi süpürdü ki, elbiseleri bozardı, o kadar kazanın altında ateş yaktı ki, elbiseleri kararmaya başladı. Bu yüzden Fatıma’ya; ‘Peygamber’in huzuruna gidip durumunu beyan edecek olursan ev işlerinde sana yardımda bulunacak bir hizmetçi verir’ dedim.
Bunun üzerine Fatıma Resulullah’ın huzuruna gitti; Hazret’in bir grup sahabeyle sohbet ettiğini görünce ihtiyacını izhar etmekten utanıp bir şey söylemeden geri döndü. Resulullah (s.a.a) Fatıma’nın bir hacetten dolayı geldiğini anlamıştı. İşte bundan dolayı o günün sabahı evimize teşrif buyurdular, selam verdiler, biz de cevap verdik. Eve girip yanımızda oturarak şöyle buyurdular:
‘Fatıma’cığım, dün gece ne maksatla bizim eve geldin?’ Fatıma hacetini arz etmekten utandı. Bu sırada ben şöyle dedim: ‘Ya Resulallah! Fatıma o kadar su taşımış ki, kırbanın başı göğsünde iz bırakmış, o kadar el değirmeni çevirmiş ki, elleri nasır bağlamış… Ben bu durumu görünce ona; ‘Eğer babanın yanına gidip bir hizmetçi istemiş olursan, seni bu durumdan kurtarır’ dedim.
Bunun üzerine, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular: ‘Fatıma’cığım, hizmetçiden daha hayırlı olan bir şeyi sana öğreteyim mi? Her gün otuz üç defa ‘subhanallah’, otuz üç defa ‘el-hamdu lillah’ ve otuz dört defa da ‘Allahu ekber'[8] zikrini söyle; bu zikir yüz defadan fazla değildir; fakat bunun amel defterinde bin sevabı vardır. Fatıma’cığım, eğer bunu her gün sabahleyin söylersen, Allah dünya ve ahiret işlerinde sana kifayet eder’ Bu arada Fatıma (a.s), babasının cevabında üç defa: “Allah ve Resulünden razı oldum”diyerek rizayetini izhar etti.
Evet, Hz. Fatıma (a.s), Peygamber (s.a.a) gibi yüce bir şahsiyetin kızı ve Arap kahramanlarının burnunu yere süren Hz. Ali gibi bir kahramanın eşi olmasına rağmen, evde bir hizmetçi gibi çalışmaktan arlanmıyordu. O da pekala lüks bir hayat sürdürebilirdi. Ama Ehl-i Beyt ailesinden bunu beklemek yanlıştır. Çünkü onlar Allah’ın rızasını hiçbir şeyle değişmezlerdi, onlar çalışmayı ibadet bilirlerdi.
Hz. Fatıma (a.s) kadının cihadının, kocasına iyi eş olması olduğunu ve evin erkeğin dinlenme ve huzur yeri olduğunu çok iyi biliyordu. Dolayısıyla Hz. Ali (a.s), işten veya -bir savaş söz konusu olduğu zaman- savaş meydanından yorgun argın olarak eve döndüğünde, Hz. Fatıma güler yüzle onu karşılar, işi ve savaşla ilgili haberleri ondan öğrenir ve şayet kocası savaşta yara almışsa, yaralarını pansuman eder, kocasını teşvik ve tahsin eder, cesaret ve fedakarlığını överdi. Bu vesileyle de kocasının kalbini hoşnut eder, yorgun olan bedenini rahatlatırdı. [10] Bu hususta Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yoğun bir koşuşturmanın ardından eve gelip Fatıma’ya baktığımda bütün gam ve üzüntülerim yok olup gidiyordu.”
Sonra Hz. Fatıma (a.s) kesinlikle Hz. Ali’nin (a.s) müsaadesi olmaksızın evden dışarı çıkmaz ve hiçbir zaman onu öfkelendirmezdi. Çünkü o babasının;“Allah Teala kocasını öfkelendiren kadının oruç ve namazını, kocasını kendisinden razı etmedikçe kabul etmez” buyurduğunu biliyordu. İslamî ölçülere riayet hususunda ise o herkesten daha duyarlı idi.
Hz. Fatıma (a.s) hayatı boyunca asla yalan söylemedi, kimseyi incitmedi, hiçbir zaman kocası Hz. Ali’nin emrinden çıkmadı ve o Hazret’i üzmedi. Hz. Ali (a.s) bu hususta şöyle buyurmuştur: “Andolsun Allah’a ki ben, kesinlikle Fatıma’yı öfkelendirecek bir iş yapmadım, Fatıma de hiçbir zaman beni öfkelendirmedi.”
Hz. Fatıma’nın (a.s) çok önemli ve ağır vazifelerinden biri de çocuğa bakma ve onları eğitme meselesi idi. Hz. Fatıma (a.s) beş çocuk sahibi olmuştur, onların isimleri şöyledir: Hasan, Hüseyin, Zeynep, Ümmü Gülsüm ve Muhsin. Beşinci evladı olan Muhsin, henüz dünyaya gelmeden anne karnında öldürülmüştür.
Hz. Fatıma’nın (a.s) kendisi vahiy evinde eğitilmişti. Dolayısıyla bizzat Hz. Resulullah (s.a.a)’ın terbiyesi altında İslamî terbiye ve eğitimin en yüksek derecesini almıştı. Bu yüzden de annenin çocuğuna süt vermesinden, çocuğunu okşamasından ve öpmesinden tut, çocuğa karşı sergilenen bütün hareket ve davranışların, konuşma tarzının ve çocuğa söylenen sözlerin onun hassas ruhunu nasıl etkilediğinin tam anlamıyla bilinci içindeydi. Dolayısıyla Hz. Fatıma (a.s) çocuklarıyla olan oyununu bile eğitim ve ders haline getirmiş ve bu oyunlarda onlara şecaat, fedakarlık, hakkı savunma ve Allah’a kulluk dersleri veriyordu.
İşte bu duyarlılık sayesinde Hz. Fatıma, İmam Hasan gibi, hassas durumlarda İslam’ın menfaatlerini korumak ve esaslı bir inkılaba zemin hazırlamak için canını dişine takıp susabilecek, İmam Hüseyin gibi, Kerbela’da sergilediği kahramanlığıyla can, evlat ve malından geçerek İslam’ı diriltebilecek, Zeynep ve Ümmü Gülsüm gibi ateşli hutbe ve konuşmalar yaparak Beni Ümeyye’nin zulüm ve sitem rejimini rüsva ve rezil edecek evlatlar terbiye etti.
Hz. Fatıma (a.s) mübahele olayında hazır bulunan beş kişiden biridir. Hicretin onuncu yılında Necran Hıristiyanlarından bir grup, tartışma ve tahkik yapma kastıyla Resulullah’ın (s.a.a) huzuruna vardılar. Hz. İsa’nın yaratılış niteliği gibi çeşitli meseleler söz konusu edildi. Resulullah (s.a.a) onlara Âl-i İmran suresinin ilk ayetlerinden bir kaçını tilavet buyurdu. Konuşma inada vardı, bu esnada şu ayet nazil oldu:
“Artık sana gelen bunca ilimden sonra, onun hakkında seninle çekişip tartışmalara girişirlerse de ki; gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra karşılıklı lanetleşelim de Allah’ın lanetini yalan söylemekte olanların üstüne kılalım.”
Resulullah (s.a.a) Allah Teala’nın emri gereğince Necran Hıristiyanlarını mübaheleye (karşılıklı beddua etmeye) davet etti, fakat bunun yarına ertelenmesini önerdi.
Ertesi gün Necran Hıristiyanları va’dedilen yere geldiler. Bu sırada Hz. Peygamber’in bir genç erkek, bir genç kadın ve iki çocukla birlikte va’dedilen yere doğru geldiğini gördüler… Nihayet ilahî azabın korkusundan dolayı mübaheleden vazgeçip Resulullah’ın huzuruna giderek musalaha (anlaşma) yapmalarını rica ettiler, bu ricaları Resulullah tarafından kabul edildi…
Mübahele olayı meşhur bir olaydır. Mezkur ayet de bu olay hakkında nazil olmuştur. Resulullah’ın (s.a.a) Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’den başka kimseyi mübahele için götürmediği hususunda Ehl-i Beyt ve Ehl-i Sünnet ekolu görüş ittifakı içerisindeler. İşte bu mesele Hz. Fatıma, eşi Hz. Ali ve evlatları Hasan ve Hüseyin için büyük bir fazilettir.
Hz. Fatıma, kadınların en halis ve en çok ibadet edeni olduğunda şüphe yoktur. Bizim o Hazret’in ibadetini anlatmamız mümkün değildir. En iyisi Hz. Fatıma’nın bu özelliğini de Hz. Resulullah’dan dinleyelim.
Resulullah (s.a.a), Fatıma’nın (a.s) ibadeti hakkında şöyle buyurmuştur:
“Allah Teala, kızım Fatıma’nın kalbini ve azalarını, imanla öyle doldurmuş ki, Allah’a itaat için kendisini bütün meşguliyetlerden uzak tutmaktadır.”
Yine Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Kızım Fatıma alemdeki kadınların en üstünüdür, bedenimin bir parçasıdır, gözümün nurudur, kalbimin meyvesidir, bedenimdeki ruhumdur, insan şeklinde bir huridir. İbadet mihrabında ayağa kalktığında yıldızlar yeryüzündekilere nur saçtığı gibi onun nuru da gökteki meleklere öyle nur saçar. Allah (c.c) meleklerine şöyle buyurur: “Ey meleklerim, cariyelerimin en üstünü olan cariyem Fatıma’ya bakın, (bakın görün) nasıl karşımda namaz için ayağa kalkmıştır, benim korkumdan bedeninin azaları titriyor, kalbiyle bana ibadete yönelmiştir. Ey melekler şahit olun ki, ben, Fatıma’nın takipçilerini cehennem ateşinden amanda kıldım…”
Hasan Basri şöyle demiştir:
“Dünyada, (başka bir nakilde de-bu ümmetin içerisinde) Fatıma’dan daha çok ibadet eden bir kimse yoktu. Allah’a ibadet etmede o kadar ayakta dururdu ki, ayakları şişerdi.”
Cabir bin Abdullah-i Ensarî şöyle diyor:
“Bir gün ikindi namazını Hz. Peygamber’le birlikte kıldık. Aniden eski bir elbise giymiş olan yaşlı ve güçsüz bir adam Resulullah’ın huzuruna vardı. Resulullah (s.a.a) ona dönüp halini sordu. Cevaben şöyle dedi: ‘Ya Resulallah, açım, beni doyur; çıplağım, bana bir elbise bağışla; fakirim, bana bir şey ver.
Resulullah (s.a.a) buyurdular ki: ‘Benim şimdi bir şeyim yoktur. Ama bir hayıra kılavuzluk yapan, o işi yapan kimse gibidir. Öyle bir kimsenin evine git ki, Allah ve Resulünü sever, Allah ve Resulü de onu sever ve Allah’ı kendisine tercih eder. Git kızım Fatıma’nın evine, umarım sana yardım eder.’
Resulullah (s.a.a) daha sonra Bilal’a şöyle buyurdu :
‘Ya Bilal, kalk bu güçsüz kişiye Fatıma’nın evini göster.’ A’rabî kişi Bilal’la birlikte Hz. Fatıma’nın evine gittiler, eve vardıklarında ihtiyar adam yüksek bir sesle şöyle dedi: ‘Ey nübüvvet ailesi ve meleklerin nazil olduğu merkez, selamun aleykum’ Hz. Fatıma (a.s) cevaben: ‘Aleyk’es-selam, sen kimsin?’ diye sordu. Fakir adam şöyle dedi: ‘Ben fakir birisiyim, babanın huzuruna gittim, beni size gönderdi. Ey Peygamber’in kızı, açım, beni doyurun; çıplağım, beni örtün (bana bir giysi verin); fakirim, bana bir şey bağışlayın.’
Hz. Fatıma (a.s) evinde yiyecek bir şey olmadığından, Hasan ve Hüseyin’in üzerinde yattıkları bir koyun postunu o fakir adama verdi, fakir adam şöyle dedi: ‘Ey Muhammed’in kızı, ben açlıktan sana şikayet ettim, sen ise bir koyun postunu bana verdin, aç olduğum halde onu ne yapacağım?’ Hz. Fatıma (a.s) bunu duyunca amcası kızının ona hediye ettiği gerdanlığı o adama bağışlayıp şöyle buyurdu: ‘Al bunu sat ve kendi ihtiyacını karşıla, umulur ki, Allah ondan daha hayırlısını sana verir.’
Fakir adam onu alıp Peygamber’in huzuruna gitti ve macerayı O’na anlattı. Peygamber (s.a.a) duygulanıp ağladı ve şöyle buyurdu: ‘Gerdanlığı sat, umulur ki, Allah Teala kızımın bağışı bereketiyle sana bir genişlik bağışlar.’
Bilahare bu gerdanlık çok bereketli oldu. Onunla bir köle hürriyete kavuştu, bir aç doydu, bir fakir müstağni oldu ve tekrar sahibine geri döndü.”
Ehl-i Beyt ve Ehl-i Sünnet tarafından nakledilen çok sayıda hadisler, mezkur ayetin Peygamber, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin hakkında nazil olduğunu ifade etmektedir.
Ömer bin Ebu Seleme şöyle diyor: “Mezkur ayet, Ümmü Seleme’nin evinde nazil oldu. Sonra Peygamber (s.a.a) Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’i kendi yanına çağırdı ve elbisesini onların üzerine örtüp şöyle buyurdu: “Allah’ım, benim Ehl-i Beyt’im bunlardır, her çeşit pislik ve çirkinliği onlardan gider ve onları tertemiz kıl.”
Ümmü Seleme: ‘Ya Resulallah, ben de onlardan mıyım?’ dediğinde Resulullah (s.a.a); ‘Sen kendi yerindesin sen, de hayır üzeresin’ buyurdular.”
Bu arada Resulullah (s.a.a), Ehl-i Beyt’i tanıtması ve mevzuu tespit etmesi için altı ay, bir rivayete göre yedi ay, diğer bir rivayete göre de sekiz ay boyunca sabah vakitleri, sabah namazına gittiğinde Fatıma’nın (a.s) evinin önüne gelerek: “Namaz, ey Ehl-i Beyt namaz” buyurur ve daha sonra da mezkur ayeti tilavet ederlerdi.