Yenileniyor
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyon
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkari
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • İstanbul
  • İzmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • K.Maraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce

Selefi Guruplar ve Cihat Anlayışı

kategorisinde, 10 Eyl 2014 - 17:01 tarihinde yayınlandı
Selefi Guruplar ve Cihat Anlayışı

Selefi anlayışta, yegâne dini kaynak olarak görülen Kuran ve Hadis metinlerinin yorumlanmaksızın olduğu gibi bırakılması ve bu metinleri oluşturan sözcüklerin/kelimelerin gerçek/sözlük anlamları ile kabul edilmesi esastır. Selefilik; İslam’ı, Selef-i Salihîn’in (Sahabeler,Tabiin ve Tebe-i Tabiin) anlayıp yaşadığı gibi anlayıp yaşama arzusunun sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Selefiler, görüşlerinin Hanbelî mezhebinin kurucusu İmam Ahmed bin Hambel’e dayandığını iddia etmektedirler. Bu iddiadan öteye gitmemiştir. Vahhabilerin Seyyid Kutup ile ne kadar alakası varsa, Selefilerin/mezhepsizlerin de Hambeli mezhebiyle o kadar alakası vardır. İki anlayışta bazı ortak yönler olsa da pek çok noktada birbirlerinden ayrılmaktadır. Seyyid Kutup tağut derken, aslında beşeri bir sistem olan Amerika’nın bölge jandarması/kuklası Suud Hanedanını bunun dışında tutmamıştır. Allah’ın kanunları Suud kralları/şeytanları dâhil tüm halk için geçerli olmadığı sürece kula kulluk var demektir. İslam’ın görevi ise insanları kula kulluktan yalnızca Allah’ın kulluğuna götürmektir. Kısacası Seyyid Kutub’un anlayışına göre Suud kralları emir’el müminin değil emir’el müfsidindir. Yani vahhabilerin emiridir. Vahhabi aklı dünyanın en tehlikeli vebasıdır.
Selefilerin görüşlerinin dayanağı hiç kuşkusuz İbn-i Teymiyyedir. Vahhabilik ise; İbn-i Teymiyye’nin Selefilik anlayışının teoriden pratiğe geçmiş halidir. Vahhabiler İbn-i Teymiyye’nin takipçileridir. Muhammed bin Abdulvahhab, Suudi hanedanın kurucusu Muhammed bin Suud ile işbirliği yaparak vahhabiliği Suudi Arabistan’da hâkim dini inanışı haline getirmiştir. Suud’un bayrağının renginden, yazısından ziyade İsrail’e ve ABD’ye yönelik konumuna bakılmalıdır. Firavunlar/Karunlar/ Bel’amlar ile Suudi hanedanı ve çevresinin karşılaştırılması yapılmalıdır.(1) Ülkenin kaynaklarının hesabı sorulmalıdır. Vahhabi anlayışta bunlar sorgulanamaz. Çünkü sorgulatmazlar. Bu da vahhabilerin bağımsız düşünmedikleri, yönlendirildikleri ve gösterilen hedefe kilitlendiklerinin, böyle ayarlandıklarının kanıtıdır. Mümin bir insan hakikate karşı son derece duyarlı olmalı ve gerçeği söylemelidir. Hakikat ve gerçek Suud’un en azılı tağut olduğudur. Selefi düşüncenin en çok prim yaptığı ve taraftar toplayabileceği Suud’da, tağutların emniyette olması düşündürücüdür. Ana merkez ifsad altındayken başka yerlere cihada gidiliyor. Hem de ifsatçılar tarafından bu yönlendirmeler yapılıyor.
Selefiler iki farklı cihat anlayışına sahiptir. Abdullah Azzam ve Usame bin Ladin’in cihat anlayışları birbirinden farklıdır. Abdullah Azzam; Filistin, Sovyet Birliği, İspanyanın Güneyi(Endülüs),Doğu Türkistan gibi Müslümanların elinden alınan toprakların tekrar kurtulup Müslümanların hakimiyetine geçmesi için cihat etmek gerektiğini savunuyordu. Usame bin Ladin ise; Müslüman ülkelerde kafir olarak nitelendirilen yönetimleri cihat yoluyla devirmek gerektiğini belirtir. Azzam ve birçok takipçisi, Müslümanlar arasındaki ihtilaflara taraf olmamak gerektiğine inanıyor. Bin Ladin’in cihat anlayışına karşı çıkan ve böyle bir hükmü aceleci bulan Azzam 1989’da Peşaver’de iki oğluyla birlikte suikasta uğrayarak hayatını kaybetti. Selefi gurupların ayrılma nedenleri bu iki farklı cihat anlayıştan kaynaklanır.
El-Kaide örgütü organize olmuş bir guruptur. Örgütün ilk faaliyet alanı Suudi Arabistan’dır. Kutsal beldelere ziyaret ve eğitim için giden gençler Selefi kafa yapısına göre eğitilirler. Eğitimini tamamlayıp Suud âlimlerinden referans alan öğrenciler kendi ülkelerine gönderiliyorlar. Bu ülkelerde Suud alimlerine bağlı kişilerle irtibat sağlayan bu öğrenciler kendi bölgelerinde faaliyet yapmak için desteklenirler. Her ne kadar bağımsız küçük guruplar olarak görünseler de aslında birbirleriyle irtibatlıdırlar. Yetiştirilen militanlar bölge temsilcilerinden aldıkları referanslarla El-kaide’nin bulunduğu her yere rahat bir şekilde gitmektedirler. Ya da bu militanlar bulundukları bölgelerde gelen talimatlar doğrultusunda eylem yaparlar.
Vahhabi alimler, Suud’da yönetimin istekleri/izinleri/talimatları doğrultusunda faaliyet yapmaktadırlar. Bu alimler, Suud krallarını ulul emr olarak görürler. Suudi Arabistan’ın, Amerika’nın bölge jandarması/kuklası olduğu bilinmektedir. Müslüman ülkelerde iş başına gelen yönetimlerin çoğunluğu Amerika ile göbek bağı bulunmaktadır. Selefi gurupların yaptıkları eylemlerin talimatı bu ağ ile bağlantılıdır. Bu eylemleri yapan militanlara mühimmat temini bu şebeke tarafından ayarlanır. İşin başı Amerika’ya dayanmaktadır. Yani ABD’nin istekleri doğrultusunda eylemler yapılıyor. Saddam’ın selefileri kullanıp İran’a saldırması veya günümüzde Saddam’ın eski subaylarının IŞİD militanlarını yöneterek Irak ve Suriye yönetimlerine eylem düzenlemesi organizeli bir yapı olduğunu göstermektedir. Günümüzde Selefilerin Mısır’da Amerika’nın istekleri doğrultusunda kullanıldıkları aşikardır. Amerika yıllarca Afganistan ve Çeçenistan’da Selefilerin eliyle sadece mühimmat ve para yardımı göndererek mücadele verdi.100 yakın ülkede faaliyet gösteren Selefilerin Suriye’ye gönderilmesi de Amerika’nın istekleri doğrultusunda oldu. Bu örgütlere her ne kadar da Suud, Katar…vs. para ve askeri mühimmat yardımı yaptığını söylese de tüm bunlar Amerika’nın emri doğrultusunda yapıldığı açıktır. Tüm bunlara rağmen Selefilerin çoğu kullanılmışlıklarının farkında değildirler.
Selefi gurupların ortak noktaları İran ve Şia’ya karşı verdikleri savaştır. Selefi akımların İran ve şia düşmanlığı devrimden sonra başlamıştır. Şia’ya karşı verilen bu çirkin savaşın asıl nedeni İslam inkılabına sempatisi olan İslami akımları İran ve Şia’ya karşı düşman etmektir. Irak, Suud ve Mısır rejimleri devrimi kendi rejimlerine tehlike olarak gördüklerinden aşırı şia düşmanı selefi akımları desteklediler. Selefiler de bu rejimlerin aleti oldular. Böylece Amerika’nın kuklaları olan bölge işbirlikçi rejimler, İran’a karşı rahat kullanabilecekleri muhalif bir cephe oluşturdular. Bu akımların desteklenmesinin altında yatan düşünce hem kendi rejimlerini korumak hem de Amerika’yı ve İsrail’i ikincil düşman konumuna itmektir. Selefiler de şia tehlikesine karşı akidenin himaye edilmesi düşüncesi ile bu savaşı kabul ettiler. Aslında Selefiler bu savaşı başlatan taraf değildi. Sadece İran ve Şia’ya karşı savaş bayrağı taşıyan rejimlerin taşeronları oldular. Selefi gurupları birçok rejim kullanmaktadır. Bazen selefi guruplar birbirlerini tekfir edip haricilikle suçlamaktalar. Örneğin aynı zihniyete sahip IŞİD ile Nusra cephesi birbirlerini tekfir edip öldürmektedirler. Katar’ın, Suud’un veya laiklerin öncelikleri çakışınca kullanılan Selefi guruplarda çatışmaktadır.
Aslında selefi akımların Şia hakkında sağlıklı bir bilgileri yoktur. Yanlış/eski bilgilerle bir guruba düşmanlık bayrağını açmışlardır.(2) Bu da Selefi akımların Şia hakkında hiçbir şey bilmediklerini göstermektedir. İbn Teymiyye ve İbnü’l-Kayyim el-Cevziyye gibi selef alimlerinin zamanlarındaki Şia hakkındaki görüşleri ile yönlendirilerek Şia ile savaşıyorlar. Klasik selef kitaplarında bahsedilen şia’nın birçok düşüncesini günümüz şii müçtehitleri de kabul etmemektedir. Bahai ve ahbari düşünce şia tarafından gulat görülen ve dışlanan/yerilen/tehlikeli görülen düşüncelerdir. Selefiler, Suud krallarının kullandıkları Muhammed bin Abdulvahhab, Abdulaziz b. Baz, İbn Useymin ve Ebu Bekir Cabir el-Cezairi ..vs. kişilerin kitaplarından şiayı anlamaya çalışması da başlı başına bir felakettir. Çünkü bunlar özgür düşünen alimler değillerdir. Bağımlı olan insanların sözlerine itibar edilmez. Şia ne Amerikancı şiiler ne de Amerikancı vahhabiler ağzıyla tanınır. Günümüz şii müçtehitlerinin orijinal kitaplarının önyargısız tahlil edilmesiyle şia tanınır. Sağlıklı bilgilere ancak bu şekilde ulaşılabilir. Sağlıklı bilgiye ulaşıldığında içtihat farklılıklarından dolayı Müslümanın Müslümana silah doğrultmayacağı anlaşılacaktır. Batı emperyalist blok ve işbirlikçileri oluşturdukları bilgi kirliliği vasıtasıyla düşmanlığı körüklemektedir. Böylece bilenerek kıvama getirilen aşırı uçlar kullanıma hazır hale getiriliyorlar. Burada amaç asıl düşman olan batının unutturulmasıdır. Irak, Suriye ve Lübnan çarşılarında, pazarlarında, sokaklarında hemen her gün selefi bombaları patlarken İsrail’e karşı bir tane dahi şehadet operasyonu yapılmaması epey düşündürücüdür. Yalnız sakal bırakmak bir insanı mümin yapmaz. Müslümanı kardeş belleyip tüm gücüyle asıl düşmanla karşı cihat edenlere selam olsun.
Dipnot:
1-Görüyorum ki; evleriniz Rum Kayzeri’nin evlerine, lükse hayranlığınız Kisra’nın tutumuna, servet peşinde koşmanız, Karun’un anlayışına, saltanatınız Firavun saltanatına, nefsleriniz Ebu Cehil nefsine, gururunuz Ebrehe’nin gururuna, yaşayışınız sefillerin yaşayışına benziyor. Allah için söyleyin bana, Muhammedi’den olanlar nerede?(Yahya bin Muaz)
2-Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenince öbürleri de yanlış gider.(Ciyordano Bruno)

Haber Editörü : Tüm Yazıları