Yenileniyor
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyon
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkari
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • İstanbul
  • İzmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • K.Maraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce

Şeytanın İnsan Üzerindeki Nüfuzu Ve İnsanın Sapıklağa Düşmesi

kategorisinde, 10 Eyl 2014 - 16:47 tarihinde yayınlandı
Şeytanın İnsan Üzerindeki Nüfuzu Ve İnsanın Sapıklağa Düşmesi

Allah’ın gökleri ve yeri hak ile yarattığını görmüyor musun? Dilerse sizi giderir, yok eder ve yeni bir halk getirir. Bu Allah’a göre güç değildir.
Onların tümü toplanıp Allah’ın huzuruna çıktılar da zayıflar, büyüklük taslayanlara dedi ki: “Şüphesiz, biz size tabi idik, şimdi siz bizden Allah’ın azabından herhangi bir şeyi önleyebilir misiniz?” Dediler ki: “EğerAllah bize doğru yolu gösterseydi biz de sizlere doğru yolu gösterirdik. Şimdi yakınsak da, sabretsek de farketmez. Bizim için kaçacak hiçbir yer yoktur.”
İş hükme bağlanıp bitince şeytan der ki: “Doğrusu Allah size gerçek olan vaadi vaadetti, ben de size vaadde bulundum, fakat size yalan söyledim. Benim size karşı zorlayıcı bir gücüm yoktu, yalnızca sizi çağırdım, siz de bana icabet ettiniz. Öyleyse beni kınamayın, siz kendinizi kınayın. Ben sizi kurtaracak değilim, siz de beni kurtaracak değilsiniz. Doğrusu daha önce beni ortak koşmanızı da tanımamıştım. Gerçek şu ki, zalimlere acıklı bir azab vardır.”
İman edip salih amellerde bulunanlar Rablerinin izniyle altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere konulmuşlardır. Orda birbirlerine olan dirlik temennileri “selam”dır.[1]
Peygamberlerin risalet hedefinin açıklandığı bu surede sapkınlık ve şeytanın saptırma meselesi de ortaya çıkmaktadır.
Acaba sapıtanların Allah katında belli bir özürleri var mıdır?
İnsanlığı saptırmada şeytanın hilelerinin etkisi ne ölçüdedir; şeytan insana ne ölçüde musallat olmakta ve onu saptırmaktadır?
Allahu Teala Peygamber’e (s.a.a) kâmil ve örnek insan ünvanıyla hitap etmiştir. Bu sadece peygamberlere ait bir hitap değildir. Zira bu hitaba herkes ortaktır, şöyle buyuruluyor:“Acaba görmüyor musun?” Yani insanlar görmelidirler ve bu sadece Resulullah’a (s.a.a) ait değildir. “Allah’ın gökleri ve yeri hak ile yarattığını görmüyor musun?” Varlıklar başıboş değildir. Bütün varlıklar kemale doğru ilerlemektedirler. Hiçbir varlık yönsüz değildir. Varlıklardan biri olan insan da, hedefsiz ve yönsüz değildir. İnsanın hedefi “ahiret”tir ve ona doğru ilerlemektedir. Bu yaratılış hak üzeredir ve asla haktan ayrı değildir. Hak batılın karşısındadır. Hedefsiz ve boş işler batıldır ancak hedef için yapılan doğru işler haktır.
Sâd Suresinde “Biz gökyüzünü, yeryüzünü ve ikisi arasında bulunan şeyleri batıl olarak yaratmadık. Bu küfredenlerin zannıdır. Ateşten (görecekleri azaptan) dolayı vay o küfretmekte olanlara”[2]
Kafirler nedensellik kanununu inkar etmiyorlar, madde alemindeki nedensonuç ilişkisini kabul ediyorlar, ama ilk neden olan illeti fâili (etken neden) ve son hedef olan illeti gai’yi(ereksel neden) kabul etmiyorlar. Bunlar maddeler arasında var olan özel ilişki gereği, maddenin değişmesi sonucunda alemin oluştuğuna inanmaktadırlar. Mekke müşrik ve kafirleri Allah’ın“yaratıcı” olduğunu kabul ediyorlardı, “rab” olduğunukabul etmiyorlardı. Çünkü Allah’ı nihai merci, varılacak son makam olarak kabul etmiyorlardı. Burada önemli olan, insanların dönüşünün Allah’a olmasıdır.
Kıyamete imanın yapıcı ve temel etkileri vardır. İnsan eğeramelin kalıcı olduğunu, asla yok olmadığını ve bir gün Allah’ın adil mahkemesi karşısında hazır bulacağını bilirse böyle bir mahkemeye inanmanın ruh terbiyesinde büyük etkisi olur. Bütün günahlar kıyameti inkar ve unutmanın sonucudur. Halbuki insan ahirete inansa ve Allah’ın adil mahkemesinin var olduğunu idrak etse günah işlemez. Aynı surede şöyle buyuruluyor:
“Ey Davut, gerçek şu ki, biz seni yeryüzünde bir halife kıldık. Öylesye insanlar arasında hak ile hükmet, istek ve tutkulara uyma; sonra seni Allah’ın yolundan saptırır. Şüphesiz Allah’ın yolundan sapanlar için hesap gününü unutmalarından dolayı şiddetli bir azap vardır.”3
Hesap gününü unutmayan kimse doğru yoldan ayrılmaz ve sonuçta azaba uğramaz. Kıyamete inanan ve ona teveccüheden kimse inandığı ve yöneldiği anda Allah’a isyan etmez. Bütün günahlar kıyameti inkarın veya kıyametten gaflet etmenin sonucudur. Buna göre batıl, boş ve hedefsizdir, hakkın ise gerçek bir gaye ve belli bir hedefi vardır. Böyle bir hak nizam batıl olamaz. Kafirler bu nizama batıl düzen demektedirler. Yani insan düyaya gelir, yaşar ve ölür; bundan öte ise bir şey yoktur. Gökyüzünün ve yeryüzünün fenomenleri de böyledir. Yani oluşur, yaşar ve daha sonra ortadan kaybolur, başka bir hedefi yoktur. Muvahhid insan ise bütün varlık alemindeki varlıkların, hedeflerine ve amaçlarına ulaşmak için doğru bir yolda olduklarına inanır. Bu çeşit dünya görüşü, alemdeki tüm varlıkların hak olduğu ilkesine dayalıdır. Diğer dünya görüşü ise alemin batıl olduğu ilkesine dayanır. Kafirler, alemi başıboş, muvahhid ise alemi anlamlı görür. Bu konuda dikkatlice düşünülecek olursa maksad açıkça belli olur. Hakkın âlemde gözüken pek çok nişaneleri vardır. Önüne engel çıksa da engelleri aşan her varlık, sıratı müstakim (doğru yol) üzerinde olup kemale ulaşır.
İnsan da bu temel kanundan ayrı düşünülemez. O da yolunda herhangi bir engel olmadığı takdirde gerçek yolda kemale doğru yol alır. İnsanın yolunda engel oluşturan şeytandır. Şeytanın insanın üzerinde ne ölçüde etki yaptığı konusunda şu sorular ortaya çıkar:
Acaba şeytan, insanı saptırabilir mi?
Şeytanın nüfuzu, insanı saptırabilir mi?
Şeytanın nüfuzu, insana hakim olmasından mı, yoksa bir davetten mi ibarettir?
Muvahhid, bu nizamın hak ol duğuna inanır. Âli İmran suresinin son ayetlerinde şöyle buyurur: “Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru.”4
Bu ayetin ilk bölümünde “ulül elbab”ı, akıl sahiplerini överek şöyle buyuruluyor: “Onlar ayakta iken, otururken ve yatarken Allah’ı zikrederler.”
Bu ayetin somut örneklerinden biri namaz kılanların durumunu teşri etmesidir. Şöyle ki, sağlıklı olanlar ayakta, hastalar oturarak, buna gücü yetmeyenler ise yatarak namaz kılarlar.
Sonra şöyle buyuruluyor: “Ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler (Ve derler ki:) Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru.” Yani, seni hâlık (yaratıcı) ve ilk neden olarak kabul ediyorum, seni merci ünvanıyla tanıyorum, hesap gününün sahibi ve mercii olarak kabul ediyorum. İnsan belli bir amaçla yaratılmıştır, bir maksadı vardır ve insanı yaratan ona kılavuzluk da etmiştir.
Bu inanç, kıyamete inananın inancıdır.O halde iki çeşit dünya görüşü vardır. Muvahhid, dünyayı hak; kafir ise boş, anlamsız görmektedir.
“Allah’ın gökleri ve yeri hak ile yarattığını görmüyor musunuz? Dilerse sizi giderir, yok eder ve yeni bir halk getirir.”5
Allah için bu zor bir şey değildir. “Allah dilerse sizi giderir, yok eder ve yeni bir halk getirir” meselesi Kur’an’ın birkaç yerinde yer almıştır. Örneğin Muhammed Suresinde şöyle buyurmaktadır:
“Eğer sizden onları (n tümü nü) isteyip sizi çıplak bırakacak olursa cimrilik edersiniz ve sizin kinlerinizi de ortaya çıkarmış olur. İşte sizler böylesiniz. Allah yolunda infak etmeye çağrılıyorsunuz, Fakat sizden kimi cimrilik etmektedir. Kim cimrilik ederse artık o, ancak kendi nefsine cimrilik etmişdir. Allah ganiy (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan)dir. Fakir olanlar ise sizlersiniz. Eğer siz yüz çevirecek olursanız sizden başka bir kavmi getirirdeğiştirir. Sonra onlar sizin benzerleriniz de olmazlar.”6
Bu surede nebilerin risaletinin beşeri karanlıklardan nura çıkarmak olduğu belirtilmiştir. Nur da Allah’ın doğru yoludur. Dolayısıyla Allah yolundan sapmak, zulmet (karanlık)tir. İlahi yolu katetmek ise nur…
Peygamberler bu hedefini açıklayınca insanlar iki gruba ayrıldılar. Bazıları kendi iradeleriyle onların davetini kabulettiler. Bazıları da, kendi iradeleriyle inkar ettiler.
Yaratılış aleminde var olan her şey hayır ve rahmettir, Allah’ın yaratığıdır. Çirkinlik gibi noksan olan şeyler ise, yokluktan kaynaklanmaktadır, bir eksikliği olduğu için ilahi feyzden mahrum kalmıştır. Bu noksanlıklar, Allah’a isnad edilemez, çünkü yokluktan kaynaklanmaktadır. Şeytan da yaratılış aleminde bir varlıktır ve varlığı âlem için hayır ve rahmettir. Bunun gibi, varlık aleminde meleklerin varlığı da hayır ve rahmettir. Şeytanın işi vesvese ve kötülüğe davettir. Cihadı Ekber de, galib gelmek isteyen insan için vesvese ve kötülüğe karşı davet, hayır ve rahmettir. Eğer âlemde günah olmasaydı, günaha davet olmasaydı ve sadece doğru yol olsaydı, bunun hiçbir değeri olmazdı. Dolayısıyla itaat da olmazdı. Zira itaat insanın iyilik ve kötülük karşısında iyiliği seçmesidir. Eğer yol tek taraflı olsaydı artık vazife ve din için bir ortam kalmazdı. Bu yüzden günah işleme kaygısı olmayanlar için Din, Risalet, Şeriat vb. vazifeler de söz konusu değildir. Mesela meleklerin hiçbir şeri vazifesi yoktur. Şer’i kanunlar ve şer’i itibar ile tanzim edilen hiçbir görevleri yoktur. İnsanın kemali, iradesiyle yaptığı işlerdedir. İradeyle yapılan işlerde iki boyut vardır. Yani hem kötü, hem de iyi yönü vardır. Başka bir tabirle doğru ve yanlış yönü vardır. İnsanda yanlışlığa düşme vesvesesinin varlığı hayır ve berekettir. Şeytanın davet dışında bir nüfuzu yoktur. Şeytanın karşısında fıtrat ve akıl ise, insanı fazilete, erdeme davet etmektedir. Bu daveti tamamlamak için peygamber gönderildi ki, fıtrat ve aklı kemale erdirsin, insana yarar ve zararını açıklasın. İnsan iki yolun kavşağında yer almıştır. Biri yanlış, diğeri doğru olan bu iki yol, onu, katetmeye davet etmektedir. İnsan bu yol kavşağında sorumludur. Nebiler işte burada insana yol göstermektedirler, akıl da onun kılavuzluğunu üstlenmektedir. İnsan eğer akıl, fıtrat, kalp ve nebilerin sözünü dinler ve geçici lezzetleri terkedip, fazilet yolunda yürürse kıyamette ilahi mükâfatlara nail olacağı gibi dünyada da ilahi lütuflara mazhar olacaktır. Yani insanın saadeti için gerekli tüm imkanlar sağlanır. Böylece insan takva lezzetlerini tadar, kemale ilgi duyar ve takvaya bağlılığı daha da güçlenir.
İlk hidayetten sonra bu ikinci hidayettir. Yani ilk önce takva ve kötülüğü, güzellik ve çirkinliği gösterdi. Eğer birisi fazilet yolunu katederse Allahu Teala, ona bu yolda yardımcı olur. Ama eğer insan fıtrat ve kalbin sesine kulak vermez, nebilerin sözüne itina göstermez, maslahatın ne olduğunu düşünmez ve gazap ile şehvetinin peşine düşerse, ilahi lütuflardan yararlanmaya kabiliyeti kalmayıncaya kadar kendisine mühlet verilir. Bu takdirde şeytan ona musallat olur ve vesvese icat ederek çirkinleri güzel ve kötüleri iyi olarak gösterir.
Bu sapıtmak onların cezasıdır. Allahu Teala (c.c) kimseyi haksız yere saptırmaz. Aksine hidayet eder. Eğer insan bu ilk hidayete tabi olursa, mükâfat olarak onu ikinci hidayete erdirir. Ama insan bilerek sapıklığa düşer, ilahi lütuflardan kendini mahrum kılarsa, Allahu Teala onu saptırır.
O halde Allahu Teâla kimseyi kendiğilinden saptırmaz. “O bununla ancak fasıkları saptırır.”7 Allahu Teâla, fasık kulunu saptırır denince, yine de zorla onu sapıklığa düşürmemektedir. İnsanın kendi irade ve ihtiyarı vardır. Fıtrat ve deruni ses de onu fazilete davet etmektedir ve aynı zamanda nebilerin sesini, mesajını duymaktadır. Allah fasık kulların isyan etmesini önlemez. İnsan sağ olduğu müddetçe irade ve ihtiyarı vardır. O halde şeytan bir av köpeği durumundadır. Görevi, sadece kimin doğru yola, kimin sapık yola gittiğinin malum olması için havlamak ve seslenmektir.Eğer birisi bilerek yanlış yolda yürürse, bu av köpeği onu takip etmekte ve hatta bazen de ısırmaktadır. Sağ kaldığı müddetçe de tedavi, dönme, tevbe, inabe ve tekamül imkanı vardır.
Öte yandan fazilet yolunda ilerledikçe melekler ona yardımcı olur. Elbette bu yardım onu itaate zorlayacak şekilde değildir. Sağ kaldığı müddetçe günaha düşme ve değişme imkanı da vardır. O halde insan hayatta olduğu müddetçe özgürdür. Eğer fazilet yolunda yürürse ilahi hidayet ve nimetlerden fazlasıyla istifade eder. Ama bilerek yanlış yolu katederse o zaman da ilahi lütuflardan mahrum kalır. Böylece şeytan ona musallat olur. Ama yine de dönüş kapısı açıktır, nebilerin kılavuzluğu devamlıdır. Bu yüzden şeytanın yaratılış düzenindeki varlığı hayır ve rahmettir. Şeytan, ettiği isyan sebebiyle günahkâr olmuştur. Ama insana da sadece vesvese vermektedir. Onun vesvesesi icbar (zorlama) ile değildir, tekamülüne de engel teşkil etmez. Ama bu görevi yapmasının ayrı bir hikmeti vardır.
“Memur mazurdur”, yani “görevli, emrolunan şeyi yerine getirmede suçsuzdur” sözü doğru değildir. Eğer insan kötü bir işe memur olur ve kötü işler yaparsa mazur değildir. Günah işlediği için şeytan vesvese etmekle görevlendirildi. Şeytanın durumu, kendini yüksek bir yerden atan ve zarar gören kimseye benzer. Bu zarar bu atlayışın sonucudur. Dolayısıyla mazur da değildir. Zira bu memuriyet, onun isyan ve günahından sonra gerçekleşmiştir. Eğer şeytan Allah’ın izniyle bir şey yapıyorsa onun günah işlemediğini söylemek mümkün müdür? Halbuki Allah tarafından olan her şey hayırdır.
Şeytan Allah’ın izniyle iş yapıyor ve günah da işliyorsa, bu onun Allah karşısındaki tekebbüründen dolayı, vesvese etmekle görevlendirilmesine sebep olmuştur. Bu vesvese kötüdür, ama şeytanın kendi kötü davranışları sebebiyledir. Ama şeytanın bu vesvese görevi, insan için genelde hayır ve rahmettir. Zira vesvese, kötülüğe davetten başka bir şey değildir, eğer kötülüğe davet olmasaydı, insan ya hayvan, ya da melek mertebesinde olurdu. Din, şeriat ve kitaplar, bu bağlamda geçerlidir. Bu mertebede günah söz konusudur. İnsan hem günah işleyen ve hem de itaat edebilen tek varlıktır, hem fazilet ve hem de rezalet yolunu katedebilir.
“Biz ona iki göz vermedik mi?”8
Hayvanlık mertebesi ve ondan aşağıdaki mertebelerde din, risalet, şariat, nübüvvet vb. şeyler yoktur. Cehennemin varlığı da şeytanın varlığı gibi hayırdır. Cehennemi olmayan alem eksiktir. Cehennem de cennet gibi ilahi bereketlerdendir. Bu yüzden Allahu Teâla şöyle buyuruyor: “Şu halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?”9
Hakeza: “İşte bu, suçlu günahkârların kendisini yalanlamakta oldukları cehennemdir. Onlar kendisiyle alabildiğine kaynar hale getirilmiş su arasında dönüpdolaşırlar.”10
Cehennemin varlığı da nimettir. Zira halkın çoğu cehennem korkusundan günah işlememektedir. Ayrıca eğer zalim cehenneme gitmezse Allah’ın adil mahkemesi kurulmamış olur.
Cehennemi, cennet ile karşılaştıracak olursak cehennem kötüdür. Ama cehennemi bütün yaratılış alemi bağlamında değerlendirecek olursak, cehennemin bir hayır ve rahmet olduğunu görürüz. Aynı şekilde şeytanı melekler karşısında değerlendirirsek onun kötü ve şer olduğunu görürüz. Ama bütün bir yaratılış alemi düzeyinde düşünecek olursak şeytanın varlığı hayır ve rahmettir.
Allah’a isnad edilen eşyanın varlıksal boyutu, yani melek ve şeytanın varlığı hayır ve rahmettir. Ama kemale ermiş bir şey ile kemale ermemiş bir şey arasında göreli şer veya hayır vardır.
O halde Allah’ın iki rahmeti vardır. Biri, mutlak rahmettir ki kapsamlıdır. Bu bakış açısından alem baştan başa rahmettir.“Rahmeti her şeyi kapsamıştır.” O halde her şey Allah’ın rahmetinin bir zuhurudur. Yaratılış alemi hep rahmettir.
Öte yandan, bir de göreli rahmet ile göreli gazap vardır. Cennet göreli rahmet ve cehennem göreli gazaptır. Af göreli rahmet, kısas ise göreli gazaptır. Rauf ve Müntakim olan Allah birdir. Her ikisi de Allah’ın mutlak rahmeti altında zuhur etmektedir.

Haber Editörü : Tüm Yazıları